Gazetemizin hukuk bürosu avukatları yazılarımla ilgili açılan davaları haber vermek için genellikle e-posta yolu kullanır. Ben de o postaları sorgu sual etmeden avukatım Gökçe'ye pas ederim. Ancak önceki gün gelen postada açılan davanın Habertürk Gazetesi Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'ya ait olduğunu görünce pek bir "dumur" oldum. Düşünün o kadar dumur olmuşum ki gelen postayı halihazırda Gökçe'ye pas bile edemedim.
Diyeceksiniz ki: "Niye?"
Şundan: Altaylı'nın o davayı açmasına sebep olan yazı 6 ay önce kaleme alınmıştı bir kere. Sertti evet ama yerden göğe kadar haklı olduğum bir yazıydı. O yazıdan sonra hatta Altaylı hemen beni aramıştı. Epeyce gergin bir telefon görüşmesi yapmıştık. Ama nihayetinde hak vermişti bana. Hatta sonrasında birlikte katıldığımız Başbakan Erdoğan'ın Çin Seyahati'nde de gayet samimi davranmıştı. Tek bir cümle ile bile kızgın ya da kırgın olduğunu belli etmemişti.
Neyse...
"Olur böyle ikircikli haller" deyip gelelim dava konusu yazıya.
Hatırlarsınız. Bir ara Karolin Fişekçi diye bir hatun peydahlanmıştı medyanın başına. Orhan Pamuk'un sevgilisi miymiş neymiş. ABD'de fotoğraflandıktan sonra bütün magazin basını peşine düşmüştü kadının. Pamuk'la yaşadığı kısa süreli ilişkinin tüm detaylarını oturup kalkıp her yerde anlattı ve bir anda popüler oldu. Zaten sinir olmuştum. Bir de Fatih Altaylı'nın ciddi memleket meselelerini ele aldığı Teke Tek'te Fişekçi ile yayık muhabbetine tanık olunca dayanamayıp, "Sığar mı bu yaptığın insanlığa Fatih Altaylı?" başlığı ile bir yazı kaleme aldım. Niyetim onun şu meşhur, "Nasıl adam oluruz?" sorusuna, "Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapmadığın zaman!" cevabını vermekti.
Bunun için de muhtereme adliye koridorlarına kadar düşen bir olayını hatırlatıp dedim ki; "Aynı şeyi ya biz de sana yapsaydık?.."
Yazının çıktığı gün aradığında "Bir kızım var. Okula gidiyor. Arkadaşları var. Ailem var. İtibarım var. Şerefim var. Bunları düşünmeden nasıl yazdın böyle bir yazıyı?" demişti.
Ben de bunun üzerine "Peki Pamuk'un itibarı, şerefi yok mu? Onun çoluğu çocuğu yok mu? Sen neden o kadını karşına alıp o seviyesiz muhabbete imza attın Fatih Abi?" diye sormuştum. "Gırgır, şamata olsun diye" cevabını vermişti.
Öyle değildi niyetim tabii ki ama bu sözlerine sinirlendiğim için "O zaman ben de gırgır, şamata olsun diye yazdım abi!" dedim.
Haklı olduğumu bile bile saçma sapan şeyler koydu önüme. "Açıp bana sorsaydın. O kızın kim olduğunu!" filan dedi.
"Gerek duymadım. Çünkü belliydi ne olduğu. Yazımda da bu görüşümü ortaya koydum farkındaysan" cevabını verdim.
"İftiraların yazılmaması lazım ama!" deyince de dayanamayıp bu defa da; "Madem öyle Oda'cıların tamamen şahsımı itibarsızlaştırmak maksadıyla ortaya attıkları o belboy iftirasını neden gazetende tam sayfa haber yaptırttın abi? O da mı gırgır, şamata olsun diyeydi?" diye sordum.
Sustu. Cevap veremedi. Kem küm etti sadece.
O gün söylemiştim aslında. Anladığını sanıyordum. Ama anlamamış demek ki! Mahkemede de aynı şeyleri söyleyeceğim ama buradan kendisine bir kez daha sesleniyorum:
"Sen insanların itibarını, namusunu, şerefini, ailesinin ne duruma düşeceğini filan düşünmeden özel hayatını veya atılan iftiraları 'gırgır şamata' olsun diye çarşaf çarşaf yazacaksın, ekranda konuşacaksın ama kimse sana 'hop bi dakika' demeyecek öyle mi? Niye? Senin itibarın, şerefin her şeyin üzerinde de başkalarının değil mi? Senin çocuğun altın madeninden çıktı da, başkalarınınki ağaç kovuğundan mı? Senin ailenin gururu önemli de başkalarınınki önemli değil mi? Ne yapacağız yani sen Türkiye'nin tek Nobelli adamını itibarsızlaştırma operasyonuna girişeceksin, biz de sessiz mi kalacağız? Sırf 'Ermenileri katlettik! Kürtleri öldürdük!' dedi diye kin tuttuğun Pamuk'u göz göre göre hırpalamana seyirci mi kalacağız? Sen vuracaksın birilerine hunharca, bunu gören birileri de senin ailenin gururu, şerefi uğruna sus pus olacak öyle mi? Sence bu insanlık mı Fatih Altaylı? Adamlık mı söyler misin?"
(Sabah gazetesinden alınmıştır)