Kurban bayramı geliyor. Dünyanın bir çok ülkesinde, bir çok şehrinde ve kasabasında milli yada geleneksel veya dini bayramlar kutlanıyor. Bayram güzel bir şey olmalı. Söylemesi bile kulağa çok hoş geliyor.’’ Bayram!’’. Bayram hakkında bir çok yazı yazdım. Hiç birisi de bayramları övmüyordu. Bayramları iyi ve değerli bir varlık, ödül, dost, ebeveyn olarak görüyorum diyelim ama bu değerli varlık bu kötü dünyada layık değil. Bu kaypak, sinsi insanlar bu iyi varlığa layık değil. Biz sapıtmış Ademoğulları ve Havva kızları hiçbir bayrama layık olamadık ve değiliz de! Bütün kıtalara, bütün şehirlere, bütün kasabalara bakın. Hangi bayramı, neyin bayramını, hangi yüzle kutluyoruz biz? Dini, ilahi yönden derseniz, hangi Kutsal kitapta hangi bayramı kutlamamız öğütlenmiş bize?
Uyuşturucu, kumar, terör, din ve mezhep için adamların kafasını bıçakla balık kafası gibi kesme sahnelerinin tiyatrolarda Shekspir’in oyunlarını oynatır gibi televizyonlarda göstermeler, ayrıldığı karılarını öldüren cani kocalar, uyuşturucu haplar, otlar, iğneler ve bunları ilkokul önlerinde satmaya çalışan kuldan utanmaz, Allah’tan korkmaz asalak, yılan, böcek, akrep, haşere karakterli insanlar olduğu müddetçe bu dünyada bayramların topyekunu din kitaplarına , ulemaya, sayıları her gün artan halifelere göre değil ama benim hür aklıma, vicdanıma, fikrime göre haramdır.
Özellikle kurban bayramlarını kaldıralım artık. Terör kurbanları, trafik kurbanları, uyuşturucu kurbanları, siyaset kurbanları, fakirlik kurbanları, mafya kurbanları, psikopatların hem tecavüz edip hem öldürdükleri ve bazıları çocuk olan fuhuş kurbanları, ayrılan kocaların öldürdüğü kadın kurbanlar, borçtan deliren aile reislerinin ailelerini toptan katlettikleri aile kurbanları, sel kurbanları, yangın kurbanları, deprem kurbanları, batan teknelerdeki ve gemilerdeki kurbanlar, düşen uçaklardaki kurbanlar, kanser ve lösemiden ölen çevre kirliliği, nükleer atık, nükleer santral, uydulardan ve antenlerden yayılan radyasyon kurbanları, fırtınada kafasına kiremit veya ağaç düşüp ölen kurbanlar, evinin bahçesinde otururken kafasına araba düşüp ölen kurbanlar, kanalizasyon çukurlarına düşen ve kurtarılamayan çocuk kurbanlar, organ mafyalarının kaçırdıkları organ kurbanları, gemiye binerken veya gemiden inerken iskeleden denize düşüp boğulan karanlık iskele veya yeteneksiz, dikkatsiz kaptan kurbanları, şöhretin batağına düşüp ünlü veya namlı olmanın ağırlığını, sorumluluğunu kaldıramayıp bunalıma düşen ve intihar eden şöhret kurbanları. Düğünlerde, asker uğurlamalarında, futbol maçı kutlamalarında havaya ateş edip balkonlardaki, bahçelerdeki insanların vurdukları maganda kurbanları, havai fişeklerden ölen kurbanlar, polislerin attıkları gaz fişeklerinden ölen kurbanlar, kırmızı ışıkta arabasından levye veya İngiliz anahtarı ile inip önündeki arabanın şoförüne ‘’sana ışık çaktım , neden yol vermedin’’ diyerek aleti adamın kafasına indirerek öldürdükleri trafik hayvanları kurbanları. Binlerce insan binlerce şekillerde kurban ediliyor bu dünyada
Bütün bu insan kurbanların üstüne caddelerde koyunları, hava alanlarında develeri, stadyumlarda boğaları kurban etmek bizi kazalardan ve belalardan mı korur? Yoksa fakirlere et mi çıkar? Hayır olsun diye bağışlanan ve dondurulan binlerce ton et hangi buz odalarında çürümeye terk ediliyor veya para karşılığı satılıyor ve o kurbanların milyonlarca dolarlık derileri nerelere harcanıyor?
Neşet Ertaş’ı anlamak lazım önce
‘’ Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar yar oy yar oy yar oy yar oy ‘’
Aşık Veysel’i anlamak lazım
‘’ Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yarim kara topraktır.
Beyhude dolandım boşa yoruldum,
Benim sadık yarim kara topraktır. ‘’
Aşık Mahzuni Şerif’i anlamak lazım
‘’ Parsel parsel eylemişler dünyayı
Bir dikili taştan gayrı nem kaldı
Dost elinden ayağımı kestiler
Bir akılsız baştan gayrı nem kaldı ‘’
Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı, Celaleddin Rumi’yi anlamak lazımdır. Duygularını kalpte hissetmek lazımdır.
Atlarının üzerinde doludizgin Rus komünizm emperyalizmine karşı koşan Enver Paşa’nın ve Şeyh Şamil’in heyecanlarını yüreklerde hissetmek lazımdır. Plevne’de şanlı bir tarih sayfası yazan Gazi Osman Paşa’yı hissetmek lazımdır. Çanakkale’de çakar almaz tüfeklerinde mermi biten ve süngüsü ile düşmanların üzerlerine kartal gibi atlayan sıska, çelimsiz, yalın ayak, başı kabak, aç 15-16 yaşlarındaki Mustafa Kemal’in askerlerinin ruhuna sahip olmak lazımdır.
ABD emperyalizmine ‘’Dur!’’ diyebilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ve o kuşağın deli fişek delikanlılarını anlamak lazımdır.
Çin emperyalizmine direnerek ölen Doğu Türkistanlı mazlum Türk yiğitlerini öğrenmek lazımdır.
Ama hepsinden önce Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımak, bilmek, öğrenmek, anlamak ve sevmek lazımdır.
Kurban Bayramı gelmiş! Hoş gelmiş ve güle güle gitsin!
Bayramlar benin meyime! Bayramlar sizin neyinize
Bu yalan alemde, bu kahpe düzenlerde, bu bozuk sistemlerde, bu kaypaklaşmış, sisnsileşmiş, hainleşmiş insan karakterlerinde ne kadar bayram olur? Nasıl bayram olur?
İsmi Bayram olanlar alınmasın! Onların anacıkları gün yüzü görsünler, bayramlık elbiselerini giyen çocuklar gibi ömürleri boyunca sevinsinler diye isimlerini Bayram koymuş onların.
Ama hangisi gün yüzü görmüş Bayramların?
Gün yüzü gören Bayram , huzur içinde uyuyan Bayram var mı?
Bayramdan da, düğünden de vazgeçtim. Cenazelerde bile insanlar ya siyaset yapıyor, ya geyik, ya avam dedikoduları veya cinayet. Cenazelerde bile iftiranın , yalanın bini bir paraya değil! Hepsi bedava!
Biz bir çoğumuz seneler önce, zorla değil, bilinçli ve gönüllü olarak Allah’a teslim olduk. Günahımızla, sevabımızla Allah’a sığındık ve ‘’ Bizi Yaratan ilahi nurdan gayrı kimsemiz kalmadı’’ dedik. Ama yağmur yağarken de ‘’Allah bize şemsiye açar’’ diyerek aptal aptal ıslanmadık. Kendimize ‘’ ahmak ıslatan yağmurlarının altında ıslandı ‘’ dedirtmedik! Kusura bakmasın İsa Peygamber gibi, sağ yanağımıza tokadı patlatana gülümseyip sol yanağımızı da uzatıp ‘’ Buraya da vur kardeş! Öfken temizlenene kadar vur!’’ diyemedik!
Onun hiçbir kuluna henüz teslim olmadık. Bedenlerimizi ellerine geçirseler de yüreklerimizi ve ruhlarımızı bizi Yaratana sakladık.
Yüreklerini, ruhlarını, kendi gibi kullara teslim edenlere yazıklar olsun.
Bayramları her şeye rağmen sevinç ve neşe içinde kutlaması gereken, sadece ve sadece çocuklarımız kaldı.
Irk, dil din, mezhep, milliyet, kültür ayrımı yapmaksızın, tüm çocukların bayramlarının, çocukların kendileri kadar güzel olmasını diliyorum.
Şeytana uşaklık eden ama kendilerine ilahi, nurani, yiğit, mücahit, kahraman, zeki, asil, lider, önder , seçilmiş, Mehdi havaları veren yetişkin, büyük, kodaman olanlara da bir çift lafım var.
Çekin pis ellerinizi çocuklarımızın üzerlerinden! O elleriniz bugün olmasa da yarın veya bir sonraki gün kesinlikle kırılacaktır!
Belki bu kendi halindeki yazımdan sonra bir iki devenin, boğanın, koçun canı bağışlanır diye kendimi avutmuyorum. Milletine, vatanına, çocuklarına, tarihine, tarihini tarih yapanlara, kültürüne, milli kahramanlarına ,ölülerine, şehitlerine acımayanlar, develere, boğalara, koçlara hiç acımazlar.
Bu bayramda böyle bir yazı yazdım işte.
Bundan sonraki bayram kim öle kim kala.
Ölürsek bize müsaade kalanlara selam olsun. Kalırsak, ölenlere rahmet!
Benim bayramım artık, hayırlısı ile bu alemdeki çilemi tamamlayıp, hayırlısı ile öldüğüm, ilahi sahibime kavuştuğum gündür.
Dinden, imandan bahsetmeyi pek sevme yazılarımda. Çünkü Allah ile kul arasına girilmeyeceğini bilen Atatürk’ün laik bir askeri olmaya çalıştım. Ama bazen yazmak gerekir ki kimse kendini dinlerin kurucusu, ilahi kitapların katibi, camilerin ve minarelerin bayrağı, Allah’ın elçisi, İsa Peygamberin veya Mehdi’nin yeryüzünde tekrar Zuhur etmiş hali, cennetin süvarisi sanmasın.
Vedat KUŞAKLI
[email protected]