Bir süreden bu yana ülke siyasetinde yaşanılanları yakından takip ediyorum her yurttaş gibi… Her ne kadar ‘bu tartışmalar vatandaşın umurunda mı’ denilse de evet umurunda… Girdiğimiz marketten benzin aldığımız yere kadar herkes aynı şeyi soruyor: Ne olacak bu iş?

Bu soruya şimdilik net bir yanıt vermek mümkün değil. Ama şunu gayet emin bir şekilde söylüyorum. Ülkemiz ve tüm siyasi partiler Sayın Başbakan İrsen Küçük’ün görevinin başında olduğu bir erken seçim sürecine gidecek. Cumhuriyetçi Türk Partisi bu konuda kararını çoktan vermiş…
Her ne kadar detaylarda belirtilmemiş olsa da CTP’nin gerçekleştirdiği Parti Meclisi toplantısında CTP’liler erken seçim ve geçici hükümet kurulmaması konusunda oybirliğiyle karar ürettiler.
Haksız da sayılmazlar…
CTP olası bir geçici hükümetin atacağı yanlış adımların genel seçimlerde kendisine fatura edileceği endişesini taşıyor. Bu anlamda bir adım atacağı zaman değil bir kere 10 kere düşünüyor. Hesaplıyor, tartıyor… Günlük politikalara değil uzun vadeli planlara oynuyor. Bu nedenle parti açısından bakarsak geçici hükümete ‘hayır’ denilmesi gerçekten doğru bir adım.
Diğer muhalefet partileri TDP, DP ve sekizler grubu olarak adlandırılan (UBP’den ihraç edilen sekiz vekil)in bu konudaki beklentileri ne yazık ki gerçekleşmeyecek.
Yani Sayın Kaşif, Sayın Çakıcı ya da Sayın Denktaş geçici süreliğine bir hükümetin başı ya da bakanlarından biri olmayı düşünüyorlarsa bu yöndeki rüştlerini genel seçimlerde ispat etmek zorunda kalacaklar.
Bu siyasi bir kazık ya da etik dışı bir hareket midir orası tartışılır. Herkes kendi penceresinden konuyu değerlendirince haklı bir nokta bulabilir.
Üzerinde esas tartışılması gerekense ‘yetki kimde olacak’ sorusu değil, 2 ay sonra seçin kapımıza dayandığında bu iktidar taleplisi partilerin halka ne verilebileceğidir…

Siyasi partilerimiz seçime hazır olduklarını belirtiyorlar. Bazıları dilde, bazıları da gerçekten hazır. Ancak ortadaki mevcut projeler siyasi partilerin birbirlerinden farkını ortaya koymak konusunda sıkıntılı…

‘Daha adil bir düzen, daha iyi bir sosyal adalet, şeffaf yönetim, hesap verilebilirlik, Türkiye ile düzeyli ilişkiler, diklenmeden dik durmak, ekonomiyi raya sokmak’…

Baktığınızda tüm siyasi partiler programlarını bu temeller üzerine kurmuşlar. Bunlar zaten içerisinde bulunduğumuz sıkıntıların aşılması daha sosyal daha müreffeh bir topluma ulaşmamız için olmazsa olmazlardır… Bunları dile getirmek için siyasi olmaya gerek bile yok.
Bizim sorgulamamız gerekense ‘nasıl’ sorusu olmalı…
Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Hala oy toplamak için Türkiye’den gelecek yatırımları söylerken, çalışanlarınızın ek mesailerini, 13’üncü maaşlarını ödemek için Türkiye’den katkı beklerken bunu nasıl yapacaksınız?

Ekonomiyi düzene oturtacağım diyorsunuz. Ürettiğiniz ürünleri değil ülke dışına kendi ülke sınırlarınız içerisinde dahi halkla buluşturamıyorken, halkınız Güzelyurt bahçelerinden gelen portakalların suyunu değil de Bursa’dan İzmir’den gelen portakal sularını marketlerden alıp da içerken bunu nasıl yapacaksınız?
Kamuda verimlilik diyorsunuz. Oy kaybetmemek için ‘bu devletin sırtında hantal bir yük var ve benim kamuda çalışan sayısını azaltmam, doğru işe doğru eleman yetiştirmem, geçici personeller gerçekten verimli değilse sözleşmesini bitirmem gerek’ demeden bunu nasıl yapacaksınız?
Şeffaf yönetim diyorsunuz; anayasal kurumlarınızda düzenleme yapmadan, Meclis’te nisap sağlayıp da yasa üretmekten acizken bunları nasıl başaracaksınız?
Aklımızda bu ve bunun gibi onlarca soru varken, bunlara cevap vermek yerine hala daha ‘umut tacirliği’ yapıp bireysel çıkarlarınız peşinden koşuyorsanız halkın sihirli değneği sizi bu seçimlerde bir bal kabağına dönüştürecektir.

Yok eğer gerçekten değişmek ve değiştirmek istiyorsanız, anlamsız tartışmaları bir kenara bırakın… Siz değil projeleriniz, çözüm önerileriniz konuşsun… Konuşsun ki bu halk birazcık da olsa siyasete yeniden inanmaya başlasın. Halk siyasete inansın ki bu ülkede artık kimse ‘yarınlar karanlık mı olacak’ endişesini taşımasın…