Başbakan, MİT krizinin ardından ilk kez konuşup “Bu ülkede seçilmişi atanmışa kul etmeyiz” dedi ama...
Türkiye’yi sallayan kavga seçilmişlerle atanmışlar arasında değil ki...
Cemaatin atadıklarıyla, hükümetin atadıkları arasında...
Seçilmişlerin adı bile yok ortalıkta...
Başbakan’ın en yakınlarından biri de geçen hafta “Aramızda dövüşmeyelim. ‘Kazan-kazan’ fırsatı dururken ‘kaybet-kaybet’ girdabına düşmeyelim” mealinde bir yazı yazmadı mı?
Başbakan kime çıkışıyor acaba?
Cemaat, ne “seçilmiş”e giriyor, ne “atanmış”a...
“Kollanmış” denilebilir olsa olsa...
* * *
Başbakan‘ın konuşmasında bir ipucu var:
“Demokraside yasamanın, yürütmenin, yargının yetki ve sınırları bellidir. Sınırları aşan her türlü girişim, millet iradesinin çiğnenmesidir” diyor.
MİT’çileri ifadeye çağıran savcıların, yetkilerini aştığını ima ediyor.
İyi de bunu yapan savcı da Deniz Feneri savcıları gibi, bir talimatla işten el çektirilmedi mi?
Hakkında hemen inceleme emri verilmedi mi?
Bu yolla seçilmiş atanmışa değil, atanmış seçilmişe “kul” edilmedi mi?
Sonuçta millet iradesi değil, yargı bağımsızlığı çiğnenmedi mi?
* * *
Eskiden tayinle gelenlere “atanmışlar” denirdi, sandıktan çıkanlara “seçilmişler”...
Askeri vesayet döneminde “atanmış-seçilmiş” ilişkisi, gerçekten de “İtilmiş-Kakılmış” ilişkisine benzerdi.
Atanmışlar, seçilmişleri her fırsatta döverdi.
Lakin askerin süngüsü düştüğünden beri kavramlar yer değiştirdi.
Şimdi sandıktan çıkanların tümü “atanmış” durumunda... Çünkü hepsi, liderin seçim öncesi bir gece listeleri önüne çekip beğendiği isimleri keyfince Meclis’e tayin etmesiyle “atanıyor”.
Buna karşın eskiden “atanmış” dediklerimizin çoğu, “seçilmiş” kategorisine girdi.
Artık savcılar ve yargıçlar, Adalet Bakanı’nın kontrolündeki bir yüksek kurul tarafından titizlikle “seçiliyor”, sevilirlerse terfi ettiriliyor, bir yanlışları görülürse işten atılıyor.
O açıdan ülkede bildik anlamda “seçilmişler-atanmışlar” çelişkisinin tarihe gömüldüğünü, yerini “sevilmişler-atılmışlar” çelişkisinin aldığını söyleyebiliriz.
* * *
Çok şükür ki, çarpıştığı söylenen seçilmişlerle, atanmışların ikisi de “okunmuş-üflenmiş” kesimler...
Aralarındaki belirleyici fark başka:
Kadrolaşmışlarla yeterince kadrolaşamamışlar...
İyice beslenmişlerle tam beslenememişler.
Kayrılmışlarla, ihmal edilmişler.
“Onu biz yarattık”çılarla “O olmasa siz de yoktunuz”cular...
“Siz de fazla büyüdünüz”cülerle, “Daha bu ne ki, dur bakalım”cılar...
“Çek o savcını geri”cilerle, “Sen de teşkilatına hâkim ol”cular...
Karşılıklı tırnaklarını gösterip şimdilik içeri çektiler.
Biz burada seçilmiş ya da atanmış tarafta değiliz.
Seyirciyiz.
Ama şurası kesin ki, nihayette birisi kazansa da uzlaşsalar da, bu kavganın itilmişi-kakılmışı yine bizleriz.
(Milliyet)