DENİZ otobüsünü bombalama tehdidiyle kaçıran teröristin cenazesini almak üzere Adli Tıp’a gelen BDP Milletvekili Sebahat Tuncel, teröristin ölümü için “İnfaz edilmeden ikna edilebilirdi” dedi.
Teröristin annesi de aynı fikirde. Bir yandan “zafer işareti” yapıyor, diğer yandan “12 saat gemideymiş, keşke bana haber verselerdi ikna edebilirdim” diyor.
Annenin yaptığı “zafer işaretine” bir anlam verememekle birlikte acısını anlıyorum ve saygı duyuyorum. Hangi anne böyle bir acıyı metanetle karşılayabilir ki?
Ancak Sebahat Tuncel’in tavrını anlayabilmek ve kabul edebilmek mümkün değil.
Elbette bu olaydan sonra polisin, bu türden rehine krizlerinde görüşmeleri yürütecek eğitim düzeyinde olup olmadığı tartışılmalı ve bir eksiklik varsa bunun giderilmesi sağlanmalıdır. Ama unutmamak gerekiyor ki bu bir oyun da değil.
Elinde bomba dolu bir çanta olduğunu söyleyip, bir aracı kaçıran kişiye karşı operasyon başladığında bir tek amaç vardır: Masum insanlara bir zarar gelmesini önlemek!
Gemiye baskın yapmış ekibi karşısında görünce teröristin paniğe kapılarak elindeki bombayı patlatmayacağını kim bilebilirdi?
Sebahat Tuncel elbette bir milletvekili olarak Emniyet güçlerinin bu konuda bir eksiklikleri varsa onu araştırmak ve bunların düzeltilmesini sağlamak hakkına sahiptir.
Ama ondan önce o gencecik çocuğu bile bile ölüme gönderenleri sorgulamalıydı.
O gün o gemiye binen masum insanların yaşamlarını tehlikeye atanlara “Ne yapıyorsunuz” demeliydi.
Dünyanın her yerinde bu tür bir eylem tartışmasız terörist bir eylemdir ve bir milletvekilinden beklememiz gereken teröriste sahip çıkması değil, o genci buna zorlayanlardan hesap sormasıdır.
Nutuk atmakla sorun çözülmüyor
ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın, depremzedelere yardım konusundaki başarılarını anlatırken söylediği “Her yer erzak dolu, tek sorun ısınma” sözlerinin mürekkebi kurumadan, küçücük çocuklar naylon çadırların içinde soğuktan hastalanarak öldüler.
Demek ki Bakan Yıldız’ın önemsiz bir sorunmuş gibi söylediği “tek sorun ısınma” meselesi o kadar da küçük değilmiş.
Depremin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen bu sorunun çözülememiş olması, bunca yardıma rağmen hâlâ mümkün olamıyorsa ortada ciddi bir organizasyon bozukluğu var demektir ve bundan da herhalde hükümet sorumlu olmalıdır. Orada görev yapan mülki amirleri atayan hükümettir ve öyle görünüyor ki doğru seçim yapmamışlar!
Bakan Yıldız’ın “Her yer erzak dolu” sözlerinin üzerinden iki gün sonra, dün Van Valisi “acil yardım çağrısı” yaptı.
Vali “Halen yardıma büyük ihtiyacımız var. Kamuoyunda duyarlılık düştü. İkinci Van depreminin yıkıcılığı tam anlaşılamadı. Van’da gıda ve giyim takviyesine de ihtiyacımız var. Kamuoyundan yardım bekliyoruz” dedi.
Demek ki Bakan Yıldız “Her yer erzak dolu” derken doğruyu söylemiyormuş.
Ya da Bakan doğru söylüyor, “her yer erzak dolu” ama Vali’nin bundan haberi yok, erzak nerede bilmiyor!
Görüldüğü gibi bu iş nutuk atmakla bitmiyor.
Depremin üzerinden geçen bunca zamandan sonra bile bölgede en temel ihtiyaçlar hâlâ eksikse hükümetin dönüp bir de kendisine bakmasında yarar var demektir.
Bir hatırlatma notu:
İlk depremin hemen ardından televizyonlarda ortaklaşa yürütülen bir kampanyada trilyonlar toplandı. Ancak hâlâ televizyon ekranlarında vaat edilen rakama ulaşılamadığı konuşuluyor.
Kampanyayı yürütenler kaç lira vaat edildiğini ve bunun şu ana kadar ne kadarının yardım hesabına yatırıldığını açıklarlarsa kamuoyunda bu tür kampanyalara duyulan güven sarsılmaz. Eğer sözü edildiği gibi vaat ettiklerini hesaplara yatırmayanlar varsa onların da kim olduğu açıklanmalı ki halkımız kimin ne söyleyip, ne yaptığını bilebilsin.
Şehirleri yıkmadan önce yapılacak iş
DEPREME dayanıksız tüm binaların yıkılarak yeniden yapılması ile ilgili proje için 400 milyar dolar harcanacağı belirtiliyor. Orman vasfından çıkarılan 2B arazilerinin satışından elde edilecek gelir, projenin kaynağını oluşturacakmış. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar konunun vatandaş ile uzlaşılarak çözüleceğini düşünüyor.
Proje ile ilgili olarak gazetelere yansıyan haberlere bakacak olursak ciddi bir yıkım işi var. Binaları yıkılan vatandaşlara yeni yapılacak yerlerde binalar tahsis edilecek, sahip oldukları evlerin bedelleri bu binaların değerlerinden düşülerek üstü kredilendirilecek.
Bu proje öyle görünüyor ki yeni bir kentsel rant da yaratacak ve bu rantın kimlerin hesabına gelir yazılabileceğini tahmin etmek de zor değil.
Oysa mesele çok daha basit bir yolla çözülebilirdi.
Biliyoruz ki hasarlı binaların bir türlü depreme dayanıklı hale getirilmemesinin en önemli nedeni kat maliklerinin aralarında anlaşamıyor olmaları. Bu sorunu çözecek ve tamiratı mecburi hale getirecek bir yasa değişikliği ve vatandaşlara sağlanacak ucuz kredi olanakları ile büyük yıkımlara girişmeden ve kentlerin çehresini tamamen değiştirmeden bu iş yapılabilir.
Hükümetin bu konuyu bir kez daha düşünmesinde yarar var.