Son günlerde başta sizin ve partinizin milletvekillerinin kullandıkları dilin toplumsal barış diliyle örtüşmediğini, giderek sertleşen bu dilin başta Kürt sorununun çözümüne, bir arada yaşama kültürüne, ülkenin geleceğine ve demokrasimize büyük bir darbe vurduğunu da ifade etmek isterim.


Sayın KIŞANAK:
 
Son günlerde başta sizin ve partinizin milletvekillerinin kullandıkları dilin toplumsal barış diliyle örtüşmediğini, giderek sertleşen bu dilin başta Kürt sorununun çözümüne, bir arada yaşama kültürüne, ülkenin geleceğine ve demokrasimize büyük bir darbe vurduğunu da ifade etmek isterim.
 
Bilindiği gibi “barış içinde bir arada yaşama ilkesi” ilk kez 1954 yılında Tibet olayı nedeniyle Çin Halk Cumhuriyeti ile Hindistan arasında imzalanan anlaşmada belirtilmiş ve Batı ülkelerine sunulan öneriler demeti içinde yer almıştır.
 
Bugün medeni ve uygar dünyanın da benimsediği, din, dil, aidiyet, mezhep ve zümre ayrımı yapılmaksızın bir arada yaşama ruhuna en çok ülkemizin şiddetle ihtiyaç duyduğu gerçeği apaçıktır.
 
Winston Churcill’in “bir uçurumdan tek adımda atlamak iki adımda atlamaktan iyidir” ve Filistin Lideri Arafat’ın “akıl kuvvetten üstündür. Hepimiz akıllıca hareket edersek barışa bir engel yerine, barışta bir ortak oluruz. Zaferi borular çalarak kutlayabilirsiniz ama boru çalmak sofraya kahvaltıyı getirmek demek değildir” sözünü hatırlatmak istiyorum.
 
Bu anlamda sizin Diyarbakır’da polisle girdiğiniz polemiğiniz, BDP Van milletvekilinin halka silahlanma çağrısı, bir diğer bayan milletvekilinizin İslam da asla yer almayan kadına yönelik onur kırıcı açıklaması, dini bilmeden din hakkında ahkam kesmesi, dinde olmayan bir normun dine mal etmesi ve BDP Lideri Demirtaş’ın Öcalan’ın heykelini dikeceğiz açıklaması başlı başına büyük talihsizlik ve politikasızlıktır.
 
Daha önce yine sizin milletvekiliniz olan Sabahat Tuncel’in “savaş çığırtkanlığını yapan bir Parlemento da bulunmaktan utanç duyuyorum” sözü barışa katkı değil, engel idi.  
 
BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın NTV’ de Çiğdem Anad’ın programında, Güneydoğu’da yaşayan Türk kardeşlerimiz için söylediği “onlar bizim emanetimizdir” açıklaması ise tam bir talihsizlik idi.  
 
Neden? Çünkü dünyanın en büyük Kürt kenti İstanbul’dur. O halde orada yaşayan 4 milyon Kürt, emanet olarak mı yaşıyor? Ankara’da milyonlarca Kürt emanet olarak mı yaşıyor? Türkiye’nin her tarafında yaşayan milyonlarca Kürt emanet olarak mı yaşıyor? Sakık’ın kendisi yıllardır Ankara’da yaşıyor. Kendisi emanet olarak mı Ankara’da yaşıyor?
 
Bir taraftan birlikte kardeşçe yaşama diyeceksiniz, bir taraftan “kardeşleşme” projesinden dem vuracaksınız. Ama diğer taraftan ayrışmayı körükleyerek toplumsal tabanınızın kafasını karıştıracaksınız.
 
Bu barış diliyle barış olur mu? Barış gelir mi?
 
Bu ülkede bizler, 30 yıllık vahşi kin ve düşmanlık duygularından sonra barışın önemini çok daha iyi kavramış olmamız gerekmez mi? Bu ülkede ve özellikle bölgemizde en büyük düşmanımız yoksulluk değil midir? Bu yoksulluk, gelişmeye, özgürlüğe, adalete ve refaha yönelen en büyük tehdit değil midir?
Kürt halkının haklı olduğu temel hak ve özgürlükler davasında, Kürt halkını ulusal ve uluslara arenada haksız duruma düşürerek, Kürt halkının haklı ve meşru davasını nasıl savunacaksınız?
 
Kan ve gözyaşı uçurumunun üzerine köprü kurmayı ve öfkeyle geçmişe değil, umutla ilerliye bakmayı bildiğimiz takdirde kazanacaklarımız, kaybettiklerimizden çok daha fazla olmayacak mıdır? 
 
Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in bir taraftan cezaevlerinden cenazeler çıkarsa istifa ederim demesi ama beri taraftan açlık grevine girmesi, BDP milletvekillerinin de açlık grevine başlaması ve o süreçte yanşanan kabuslu günlere baktığımızda, halkımızın size vermiş olduğu yetkiyi yanlış yerde kullandığınızı hiç düşündünüz mü?
 
Kurumsal demokratikleşmenin temel taşlarından biride Belediyelerdir. Modernleşme süreci, sosyal refahla birlikte olmadıkça, demokratik değerler halk tarafından özümsenemeyeceği bilinmelidir. Halkın demokratik yönetime alışkın olmadığı ve ona eşlik eden temel haklarını bilmediği bölgelerde demokrasi kök salamaz.
 
Halka özgürlük ve adalet gelemez.
 
Sayın KIŞINAK:
 
Bizler bankanın her zaman tanktan, mayından daha iyi olduğunu, çorap için tüfeği değil, ayakkabı için tankı değil, yaşamak, yaşatmak için sevgiyi, huzuru ve barışı seçmek zorundayız.
 
Alevden dilleri, dumanları ve kanlı nehirleri olan yolu değil, yeşermiş çöller, kazanılmış topraklar, ilerleme, büyüme, hukuk ve özgürlük yolunu seçeceğiz. Yaşam standardı ne kadar yükselirse, şiddetin ve sancıların varlığı o denli azalacaktır.
 
BDP Lideri Demirtaş’ın, sizin ve bütün milletvekillerinizin yaptığı kardeşlik, huzur ve barıştan uzak dilin, toplumsal barışa, birlikte bir arada yaşama, Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine yarardan çok zarar getirmez mi?
 
Eğer gerçekten Kürt halkının temel hak ve özgürlüğünü savunuyorsanız, eğer gerçekten geçmişte Kürt halkına cehennem hayatı yaşatanlardan hesap sormak istiyorsanız ve şovdan, siyasal beklenti ve kaygılardan uzak bir politika yürütmek istiyorsanız şunu yapmanız gerekir.
 
Kürt halkına yönelik bin operasyon yapanlardan, “bunun hesabını vermem devlet sırrıdır” diyenlerden, Kürt işadamlarının hedef listesini hazırlayıp öldürtenlerden, Kürt gazetelerini hedef gösterip bombalatanlardan, 4 bin 500 Kürt köyünü yakanlardan ve Kürt halkına dışkı yedirenlerden, TBMM çatısı altında ve insanlık tarihinin önünde onlardan hesap sorarak, onları tarihin çöplüğüne atmak ve onları insanlık vicdanında mahkum etmeniz gerekir.
 
           
 
Eğer yapabiliyorsanız; 24 Eylül 1995’te Diyarbakır zindanında, devletin himayesi altında onlarca insanı katledenlerden, Güçlükonak ve Uludere katliamını gerçekleştirenlerden, yüz binlerce insanı fişleyerek yaşam karartanlardan, 40 bin insanın ölümüne sebebiyet verenlerden ve OHAL’ın acımasız Vali’lerinden hesap sormanız gerekir.
 
            Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece Kürtlerden ve Türklerden ibaret değildir. Dolaysıyla bu ülkede yaşayan bütün farklı aidiyetlerinde hassasiyetini dikkate almak zorundayız.  Dayatmalarla, içi boş ve halklara faydası olmayan ideolojilere sığınarak bu ülkede barış ve adalet sağlanamaz.
 
Bunun dışında bir Kürt olarak bana Öcalan’ın önderliğini dayatmanızı da asla kabullenemiyorum.
 
Okulumu yakanların, halkımın evlatlarını cehalete, açlığa, yoksulluğa ve sefalete sürükleyenlerin, işyerlerimi bombalayanların, her gün eylem yaparak esnafı ve halkı canından bezdirenlerin, ortalığı tarumar edenlerin, işadamlarımdan haraç alanların, yatırımı engelleyenlerin, ocaklarımı ateşe verenlerin, demokrasi dışı eylemlerle insan kaçıranların ve amansız cinayet işleyenlerin lideri benim asla liderim olamaz.
 
 Kürtlüğüm, aidiyetim, inancım ve değerlerim hiçbir gücün tekelinde olamaz. Allah’ın bana vermiş olduğu iradeyi hiç kimsenin eline teslim edemem. Körü körüne biatlığı, kulluğu ve koyunluğu kabul edemem. Bu dayatmalar insan haysiyet ve onuruna tamamen aykırıdır.
 
Eğer siz bütün Türkiye’nin partisi, Kürtlerin hamisi ve barışın teminatı olmak istiyorsanız bu şiddet dilinden vazgeçmeli, şiddete başvuranları durdurmalı, geçmişte cunta rejiminin halkımıza yaşattığı acıların aynısını PKK’nin yaşatmasını engellemelisiniz. Aksi halde bu dünyada tarih öbür dünyada Allah sizi yargılayacaktır.
 
            Unutmayalım ki; tercih ve gelecek bizimdir.
            Saygılarımla…                                                                                 Cüneyt ALPHAN

(Haber Artı Türk sitesinden alınmıştır)