DÜNYANIN en meşhur şampanya markalarından birinin sahibi olan Fransız şirketi, piyasaya yeni çıkaracağı 2002 yılının mahsulünü tanıtmak için İstanbul'u seçmiş...
Tanıtım partisine katılmak için dünyanın dört bir tarafından gelen misafirler ile Türk davetliler Ortaköy'deki Esma Sultan Yalısı'nda ağırlanmışlar; tanıtılacak mahsul pembe şampanya yani "rosé" olduğu için mekân pembe ağırlıklı ama rengârenk ışıkların oynaştığı hâle getirilmiş, şampanyanın tadını daha da bir hissettirecek olan yemekleri Fransa'dan gelen bir aşçı hazırlamış, yani rüya gibi, şiir gibi bir gece imiş...
Derkeeeen, süzülmüş bir zevkin çok daha ötesindeki ihtişamı aksettiren gecenin en önemli ânı gelmiş; zaten loş olan salonun ışıkları daha da kısılmış ve aniden beliren bir semâzen salonun ortasında semâ etmeye başlamış... Herşey öylesine ince düşünülmüşmüş ki, tanıtılan şampanyanın rengi pembe olduğu için semâzenin tennuresinin de pembe olmasına bile itina edilmişmiş! Semâzen ortalıkta döndükçe bu harikulade görüntü yudumlanan şampanyanın da sayesinde misafirleri mestetmiş, akıllarını başlarından almış ve yabancı davetliler İstanbul'a hayran olmuşlar!

EŞSİZ, EMSALSİZ CÜR'ET!

Şampanyalı ve semâzenli gecenin ayrıntılarını anlı-şanlı bazı köşe yazarlarımız ile kapı kapı nasıl dolaştıklarını, nerede ne yeyip ne içtiklerini ve kimlerin davetinde nasıl ağırlandıklarını ballandıra ballandıra anlatmayı "yazarlık" zanneden yazarımsıların gazetelere karaladıklarından naklettim...

Kişiliğin, kültürün ve bazı alanlarda gösterilmesi şart olan hassasiyetin Türkiye'de artık nasıl ayağa düşüp nihayete erdiğinin, daha doğrusu yerin dibine nasıl batırıldığının ve umursamazlık ile cehaletin nerelere yükseldiğinin böylesine hüzünlü bir başka örneğini hiçbir yerde bulamazsınız! Zira, reklâm ve tanıtım aşkına şampanya ile semâı ve Mevlânâ'yı biraraya getirmek gibisinden bir cür'ete şimdiye kadar kimseler kalkışmamıştır!
Pembe şampanyasının tanıtımınında ortaya pembelere bürünmüş semâzen iteleyen şirket Fransız olduğu için Türkiye'nin geleneklerine de Fransız kalmıştır ve semânın mânâsından, yani bir çeşit ibadet olduğundan bihaberdir diye düşünelim...

PÜSKÜLLÜ ŞAL VE SEMÂ
Peki ama, böyle bir gecenin organizasyonunu yapan ve işin içine pembeleşmiş semâzen katan tanıtım şirketinin umursamazlığına ne diyeceksiniz? Hassasiyet fukaralığının ayyuka çıkmış bu görüntüsünü davetin karşılığını vermek uğruna "Aman ne unutulmaz geceydi, vallahi rüya gibi geçti" diye medh ü senâ ile anlatan yazarlar ve yazarımsılar hakkında ne düşüneceksiniz? Hele, sırtına püsküllü bir şal atıp kadehlerin arasında pembe tennuresinin eteklerini savura savura dönüp duran ve semâı büyük ihtimalle bilmem neredeki meyhanenin ayyaş barmeninden meşketmiş olan semâzen giysilerine bürünmüş o döner sermayeye ne şekilde hitap edeceksiniz?
"Küreselleşme"yi, "dünya başkenti"ni, "tanıtım"ı vesaireyi dillerine pelesenk etmiş uçukluk havârileri ve "Boşver yâââ!" terânecileri! Sevinin ve övünün! Esma Sultan Yalısı'nda şampanya ve semâ arasında geçen o gece, bu memleketin geleneğinin, kültürünün, inancının, "ayıp" ve "edep" kavramlarının yere batmasının milâdıdır. Artık zil takıp oynayabilir ve rüyalarınızdaki "evrensel açılım"ın derin karanlıklarında kanat çırpabilirsiniz!

(Haber Türk gazetesinden)