Yeni çıkan bir albüm üzerine yazı yazmadan önce biraz beklemek isterim. Çünkü albümü ilk alıp dinlediğiniz anda hissettiklerinizle, birkaç ay sonra dinleyip yeniden değerlendirmeniz arasında bazen büyük farklılıklar ortaya çıkar. Uzun yıllardır takip ettiğim ve çok sevdiğim Robbie Williams ve yeni albümü Take The Crown için de durum böyle oldu.

 

Robbie, solo kariyerine verdiği 3 yıllık aradan sonra geçtiğimiz Kasım ayında Take The Crown adını verdiği albümünü çıkardı. Bu albümün Robbie’nin diğer albümlerinden farkı ise rock yönünün daha ağır basması. Take The Crown, bende sanki bir rock grubunun albümü izlenimi uyandırıyor. Robbie de o rock grubunun solisti gibi şarkı söylüyor. Bazı şarkılarda sesi, enstrümanlar denizinde kayboluyor. Halbuki benim için Robbie’yi özel kılan yönü her zaman sesinin rengi olmuştur. Günümüzde artık Elvis Presley, Johnny Cash ya da Frank Sinatra gibi muhteşem sesler çıkmıyor. Robbie Williams ise bu isimlere en çok yaklaşan tek isim. Bu sebeple ben Robbie’nin Sing When You’re Winning ya da Intensive Care gibi sesinin daha fazla ön planda olduğu, içinde hem slow hem tempolu şarkıların olduğu pop ağırlıklı albümler çıkarmasından yanayım.

 

Gelelim Take The Crown’daki şarkılara…Albümün çıkış parçası Candy, son dönemin en iyi single’larından biri. Hem eğlenceli klibi, hem de akılda kalıcı melodisiyle mükemmel bir yaz parçası olabilirdi, eğer albüm yaza doğru çıkarılsaydı. Robbie albümlerini hep yılsonuna doğru çıkarır, Take The Crown’da da bu geleneğini bozmadı. Candy’i dinledikten sonra albümün geri kalanın da onun gibi tam anlamıyla “pop” şarkılarıyla dolu olduğu beklentisindeydim ama çok farklı bir tarzla karşılaştım. Albümün Candy dışındaki single’ları Different ve Be A Boy oldu. Her iki şarkı da Robbie’nin Take The Crown’da, yeni bir vokal tarzı denediğini ortaya koyuyor. Gospel ve Into The Silence’da enstrümanlar sesin önüne geçmiş ve albümün tek baladı olan Losers’ın sonlarına doğru Robbie’nin sesini tanımak mümkün olmuyor. Hunting For You’nun albümdeki en iyi şarkılardan biri olduğunu düşünüyorum, ancak nakaratının tek bir cümle olup kendini tekrar etmesi bu şarkının büyüsünü bozmuş. Daha güçlü bir nakarata sahip olsaydı, belki Be A Boy yerine single olarak yayınlanabilirdi.

 

Into The Silence için ise albümün en iyi şarkısı denilebilir. Albümü ilk dinlediğim zaman Candy dışında sadece Into the Silence’a geri dönüp tekrar tekrar dinlemek istedim. Güçlü bir melodiye, etkileyici sözlere sahip. Robbie’nin vokalleri her iki nakaratta da farklı. İkinci nakarattan sonra düşen tempo, orkestra eşliğinde birden yeniden yükseliyor. Biraz Escapology’deki Love Somebody’i andırıyor, yalnız Love Somebody’de ikinci nakarat sonrası tempo hiç düşmemiş ve şarkının sonuna kadar giderek yükselmişti.

 

Robbie’nin bu kez U2, REM, Snow Patrol gibi “rock” gruplarının prodüktörlüğünü yapan Jacknife Lee ile çalışması sonucunda Take The Crown gibi rock tınılarına çokça yer verilip, sesin geri plana itildiği, tipik olmayan bir Robbie Williams albümü ortaya çıkmış. Robbie’nin her zaman kendisini yenilemesine ve farklı müzik türleri denemesine alışığız, ancak melodilerin sesin önüne geçmesi Robbie gibi sesiyle öne çıkan bir şarkıcıya haksızlık yapıyor. Robbie ilk kez rock söylemiyor, hemen hemen tüm albümlerinde çok iyi rock şarkılarına rastlamak mümkün (Karma Killer, Come Undone gibi), yalnız bu sefer rock yönü fazla ağır basmış.

 

İngiliz şarkıcı, uzun yıllar prodüktörlüğünü yapan ve birlikte birçok pop klasiğine imza atmış olduğu Guy Chambers ile yollarını ayırdıktan sonra çıkardığı her albümde farklı bir prodüktörle çalıştı. Chambers sonrası dönemde çıkardığı albümlerden en başarılısı 2005 tarihli Intensive Care oldu. O tarihten bu yana Robbie farklı müzik türleri deniyor. Belki eskiden olduğu gibi büyük ses getiren hitlere imza atamıyor ama çıkardığı her yeni albümle, her daim müzik dünyasındaki boşluğu doldurmayı başarıyor. Bu yüzden de günümüzün 1 numaralı popstarı…