Kılıçdaroğlu'nun rahmetli Adnan Menderes'in ölüm yıldönümünde, mezarını ziyaret etmesi çok olumlu bir adımdır. Ama bunu yorumlarken rahmetli İnönü'yü kınamaya kalkmak, çok yanlıştır

Kemal Kılıçdaroğlu, rahmetli Adnan Menderes’in ölümünün yıldönümünde mezarını ziyaret etti. Kabrine çiçekler koydu. Onu saygıyla andı.
Bu, çok yerinde bir davranıştı. Üç nedenle:

1-] Rahmetli Menderes ülkemizin 10 yıl süreyle başbakanlığında bulunmuştu. Aynı zamanda, 1950’de iktidara geçen Demokrat Parti’nin genel başkanıydı.

Demokrat Parti, o zamanlar İsmet İnönü’nün, bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun lideri olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin rakibiydi.
Demokrasilerde bir siyasi parti liderinin, geçmişte rakibi olan bir partinin vefat etmiş liderini, vefatının yıldönümünde saygıyla anması, elbette takdirle karşılanır.

2-] Adnan Menderes’in ölümü, doğal bir ölüm değildi. Bir askeri yönetim döneminde özel bir mahkemenin verdiği siyasi bir idam kararının askeri yönetimce onaylanmasının sonucuydu.

Kılıçdaroğlu, haklarındaki idam kararları aynı şekilde infaz edilen rahmetli Fatin Rüştü Zorlu ile rahmetli Hasan Polatkan’ın mezarlarını da ziyaret etmiştir. Verdiği demeçte 1960 Eylül’ünde tüm milletimizi sarsan o üç idam kararının ne kadar büyük bir felaket olduğunu vurgulamıştır. Bu üç idam ile, benzer siyasi nedenlerle verilmiş olan cezaların tümünün her vesileyle kınanması, demokrasimizin geleceği açısından gereklidir. Kılıçdaroğlu bu gereği bir kere daha yerine getirmiştir.

3-] Bu ziyaret, ayrıca diğer parti liderleri başta olmak üzere, tüm siyasetçilere, aralarındaki siyasi mücadeleleri aşırı derecede sertleştirmekten vazgeçmeleri gerektiğini hatırlatabilir.

Bugünkü siyaset hayatımızın en büyük ihtiyaçlarından biri, siyasi partiler arasındaki ilişkilerin normalleşmesidir. Hele bugünkü gibi içteki ve dıştaki terörün giderek tırmandığı bir ortamda o ihtiyaç daha da büyüyor. Ama bugün, siyaseti izlerken bir korku filmi dizisini izler gibiyiz.

Tahammülsüzlük, gerginlik, sertlik, öfke, kin, küfür, suçlama, tehdit, tahdit, tevkif, baskı... Siyasi haberler, beyanlar, yayınlar, hep böyle şeylerle dolu.

Bunlarla bir yere varılamayacağı, yakın tarihimizin demokrasiye ilk geçiş döneminde görüldü. Ama o dönem, demokrasi tecrübemizin çok eksik olduğu bir dönemdi. O sıralardaki hataların sorumlularını anlayışla karşılamak mümkündür.

Şimdi ise, o geçiş döneminden bu yana geçen yarım yüzyıldan fazla zaman içinde daha birçok yeni tecrübe edinildikten sonra, o yanlışları tekrar etmenin mazur görülecek yanı yoktur.

Kılıçdaroğlu’nun attığı adımın bu gerçekleri de akla getirmesini ve siyasi hayatımızdaki gerginliklerin azalmasına katkıda bulunmasını dilerim.

İnönü’nün mektubu Tabii, bu dileğin yanında, şunu da görmek gerekir:

Kılıçdaroğlu’nun rahmetli Menderes’in mezarına yaptığı bu ziyareti bile, ana muhalefet partisine iftira atma vesilesi olarak kullananlar var. 1961 yılının eylül ayındaki o idamlarda, İsmet İnönü’nün başkanlığındaki CHP’nin payı olduğunu iddia ediyorlar. Gerçeğin bunun tam tersi olduğunu bile bile...

Gerçek şudur: İsmet İnönü, söz konusu idam cezalarının önlenmesi için, o zamanki askeri yönetimin koşulları altında elinden gelen her imkâna başvurmuştur.

Yassıada duruşmalarının sonuçlanması öncesindeki son çare, eğer Yassıada Divanı’ndan idam kararları çıkarsa, onları önleme yetkisine sahip olan ‘Milli Birlik Komitesi’ni ikna etmekti.

İsmet İnönü, o amaçla dönemin Komite Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e, son bir başvuru mektubu da yazmış, o zamana kadar ona ve temas edebildiği Milli Birlik Komitesi üyelerine ilettiği görüşlerini bir kere daha hatırlatmıştır. Yassıada Divanı’ndan eğer idam cezaları çıkarsa, onların infazının önlenmesi için mektubunun komite üyelerine resmen de bildirilmesini, ‘niyaz ediyorum’ (yalvarıyorum) ifadesini kullanarak istemiştir.

23 üyeli Milli Birlik Komitesi’nde o zaman yapılan görüşmeler ve sonuçları, bazı üyelerinin anlatımıyla kamuoyuna da yansımıştır. O da ayrı bir konu.

Bugün o mektubu hatırlatmakla yetinelim.

Mektubun hepsini yayınlamak bu sütuna sığmaz. Tam metnini internet sitemize koyuyorum. (www.radikal.com.tr) Ama buraya birkaç paragrafını alayım. (Kaynak: “27 Mayıs Yargılanıyor”. Yazarı: Nazlı Ilıcak. Belgeler... Sayfa: 337-Doğan Kitap):

Mektubun girişi şöyle:

“Orgeneral Cemal Gürsel,

Sayın Silahlı Kuvvetler Başkomutanı ve Milli Birlik Komitesi Başkanı.

Yassıada kararları tebliğ ve ilan edilmek üzeredir. Kararlar arasında ölüm cezaları bulunursa, bunların infazı anayasaya göre Milli Birlik Komitesi’nin tasdikine bağlı olacaktır.

Kararın tebliğinden iki gün evvel yüksek makamınıza müracaat ederek ölüm cezalarının infazı hususunda ciddi endişelerimin Milli Birlik Komitesi’ne duyurulmasına tavassut buyurulmasını istirham ediyorum.

Memleketin siyasi hayatında mesuliyet sahibi olarak idam cezalarının tasdikindeki büyük zararları arz etmek için başka bir vasıtamız ve çaremiz olmadığından, müracaatımın zaruri görülmesini saygılarla rica ederim.”

İnönü, daha sonra “memleketin selameti bakımından hayati ehemmiyette” saydığım gerçekleri ortaya koyacağını belirterek şunları yazıyor:

“Sayın Orgeneralim,

Memleketimizin bugünkü halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı yüksek milli menfaatlere her surette aykırıdır. Kansız bir ihtilal yapıldı. Böyle bir ihtilalden bir buçuk sene sonra, geçmiş bir iktidar erkânının siyasi suçlarından dolayı idam edilmeleri, siyasi idamların bünyesinde zaten mevcut olan hak tereddüdünü azami ölçüde artırmış olacaktır. Suçluların en ziyade kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir olacaklardır.

İhtilalden bir buçuk sene sonra seçimlere gidiyoruz. Eski, yeni siyasi parti mensupları arasında yaklaşma ve anlaşma çareleri arıyoruz. Bu çabalama içinde, artık eskimiş olan siyasi suçlardan dolayı idam cezası tatbik etmek, siyasi partiler arasında ve memlekette manen huzur teessüsünü imkânsız kılacaktır.”

İnönü, bundan sonra, ordu içinde bazı grupların idamların infazını şart koştuğu yolundaki duyumlara değiniyor. Milli Birlik Komitesi’nin bunlara karşı durmasını istiyor. Diyor ki:

“Eğer varit ise, ordu adına Milli Birlik Komitesi’nin idam kararının tasdikine icbar edilmesi haksız ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir mevzuda kullanılması, Türk ordusunun ebedi şerefine karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiriyle bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır. Millet ile ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek insana dehşet veriyor.”

“Niyaz” ederek
İnönü’nün bu son cümlesiyle, o sırada ordu içinde örgütlendiği ve idamların infazını istediği bilinen bir gruba karşı, MBK’nın idamları istemeyen üyelerine destek vermeye çalıştığı anlaşılıyor.

İnönü, idam cezalarının infazının diğer sakıncalarını da sıraladığı başvurusunu, Orgeneral Gürsel’e –yukarıda belirttiğimiz gibi- ölüm cezalarının önlenmesi için gereken her şeyin yapılmasını ‘niyaz’ ederek ve saygılarını sunarak bitiriyor.

* * *

Son söz: Bugünkü olaylar üzerinde, geçmişteki olaylardan söz ederek yorum yaparken, gerçekleri görmeyi ihmal etmeyelim. Veya onları görmezlikten gelme kurnazlığına sapmayalım.


İnönü’nün infazlarla ilgili mektubu

Orgeneral Cemal Gürsel,

Sayın Silahlı Kuvvetler Başkomutanı ve Milli Birlik Komitesi Başkanı.

Yassıada kararları tebliğ ve ilan edilmek üzeredir. Kararlar arasında ölüm cezaları bulunursa, bunların infazı anayasaya göre Milli Birlik Komitesi’nin tasdikine bağlı olacaktır.

Kararın tebliğinden iki gün evvel yüksek makamınıza müracaat ederek ölüm cezalarının infazı hususunda ciddi endişelerimin Milli Birlik Komitesi’ne duyurulmasına tavassut buyurulmasını istirham ediyorum.

Memleketin siyasi hayatında mesuliyet sahibi olarak idam cezalarının tasdikindeki büyük zararları arz etmek için başka bir vasıtamız ve çaremiz olmadığından, müracaatımın zaruri görülmesini saygılarla rica ederim.

Mahkemenin her tesirden uzak olarak tam bağımsızlıkla karar vereceğine ve mahkemenin vereceği kararların adil olacağına şüphe yoktur. Ancak, Milli Birlik Komitesi üyeleri, ölüm cezalarının infazı için son söz sahibi olmak salahiyetiyle teçhiz edilmişlerdir. Bu hususta Milli Birlik Komitesi üyeleri hâkimlerin kararlarına mesnet teşkil eden hukuki ve kanuni unsurlar dışındaki bazı gerçekleri ve zaruretleri göz önünde bulundurmak mevkiindedirler. Ben bu müracaatımla, memleketin selameti bakımından hayati ehemmiyette saydığım bu gerçekleri ve zaruretleri ortaya koymak istiyorum.

Sayın Orgeneralim,

Memleketimizin bugünkü halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı yüksek milli menfaatlere her surette aykırıdır. Kansız bir ihtilal yapıldı. Böyle bir ihtilalden bir buçuk sene sonra geçmiş bir iktidar erkânının siyasi suçlarından dolayı idam edilmeleri, siyasi idamların bünyesinde zaten mevcut olan hak tereddüdünü azami ölçüde artırmış olacaktır. Suçluların en ziyade kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir olacaklardır.

İhtilalden bir buçuk sene sonra seçimlere gidiyoruz. Eski, yeni siyasi parti mensupları arasında yaklaşma ve anlaşma çareleri arıyoruz. Bu çabalama içinde, artık eskimiş olan siyasi suçlardan dolayı idam cezası tatbik etmek, siyasi partiler arasında ve memlekette manen huzur teessüsünü imkânsız kılacaktır. Unutmamalı ki, yarın seçime gidecek ve seçimlerden sonra idareye katılacak siyasi partilerin çoğu, geçmiş iktidar partisinin mensuplarına büyük mikyasta istinat etmektedir. Bunlar yalnız seçim esnasında değil, seçimden sonra da ruhlardaki daimi bir yarayı işletmekten geri kalmayacaklardır.

Ceza tatbikinin bünyesinde taşıdığı ibret ve tenbih hassaları, şimdi infaz yapılmamasında daha ziyade mevcuttur. Memleket huzurunun ve vatandaş münasebetlerinin iyi yola girmesi için ümitlerin bağlanabileceği tek çare bundan ibarettir.

Suçluların idam olunmaması, ayaklanma teşebbüsünde olacakların cüretini artıracağı endişesi mübalağa edilmemelidir. Ayaklanma teşebbüsünün maddi kuvveti hiçbir zaman devlet ve hükümetin kuvvetiyle başa çıkamaz.

Bu teşebbüslerin dikkate alınacak tarafları daha ziyade ruhi ve manevi kuvvetleridir. Bu kuvvetler ise, idam cezasının infaz olunmasıyla artmak ve infaz olunmamasıyla zayıflamak istidadındadır. İnsanların tecrübesinin bir değeri varsa, bizim her yerde gördüğümüz sonuç budur.

Sayın Orgeneral,

Biraz da infaz meselesinin bir diğer önemli tarafına temas etmek isterim. Mahkemenin vereceği kararlara tesir edilmemesi ve mahkemece verilen kararların tatbik edilmesi ordunun isteği olduğundan bahsedilmektedir. Mahkeme kararlarına tesir edilmemesi arzusu ordu için tabii bir ihtiyaçtır. En büyük milli müessesemiz olan ordumuzun adalet bağımsızlığı fikri ile dolu olmasını, millet anlayışının bir yankısı saymak lazımdır. Bu arzu takdire ve saygıya layıktır.

Yalnız, ölüm cezasının infazı ayrı bir meseledir. Nitekim anayasa bunu, Milli Birlik Komitesi’nin hususi kararına bağlayarak kayıt ve şart altına almıştır. Eğer varit ise, ordu adına Milli Birlik Komitesi’nin idam kararının tasdikine icbar edilesi haksız ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir mevzuda kullanılması, Türk ordusunun ebedi şerefine karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiriyle bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır. Millet ile ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek insana dehşet veriyor.

Hülasa, infaz kararında ordunun tesirini Milli Birlik Komitesi’nce yerine getirmek, akla gelebilecek mahzurların en büyüğünü taşır ve tarih önünde, karar verenlere de hesapsız vebal yükler. Ordunun böyle bir tesir yaptığına ve yapacağına asla inanamıyorum. Milli Birlik Komitesi’nin, ağır ve şerefli vazifesini tamamlarken, memleketin selameti bakımından duyduğum endişelerin üzerinde duracağını ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral,

Türkiye bugün bir ittifak manzumesi içindedir. Her meselenin önünde, milli savunma için müttefikler arasında haysiyetli ve itibarlı bir mevkide bulunmamızın büyük ehemmiyeti vardır. Bu bizim için öyle bir ihtiyaçtır ki, bunda kusurlu olmak, hatta ittifak manzumesi içinde bizden daha kusurlu üyelerin bulunması ihtimalinde bile bizim için mazeret teşkil edemez.

Siyasi suçlardan dolayı ölüm cezası, bugün yeryüzünde hemen hiçbir medeni ülkede kalmamış gibidir. Türlü tehlike karşısında bulunan memleketimizin bekçileri ve koruyucuları olan Milli Birlik Komitesi üyelerinin ellerindeki aziz emaneti vahim bir itibar buhranına maruz bırakmayacaklarını hulus ile ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral,

İnfaz meselesinde düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebildiğim Milli Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur etmedim. Şimdi resmi vazife olarak son kararı vereceğiniz anda Milli Birlik Komitesi’ne bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz ediyorum.

Üstün saygılarımın kabulünü istirham ederim Sayın Orgeneralim. 
  13 Eylül 1961

(Radikal gazetesinden alınmıştır)