1972 yılında dönemin Rum lideri III. Makarios o zamanlarda Karpaz bölgesinin en büyük Rum köylerinden bir tanesi olan Rumca adı ile Yalousa, Türkçe adı ile Yeni Erenköy’de yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik mitingde Anadolu’dan Kıbrıs’a borularla su getirilmesi konusuna değinmiş ve “Kıbrıs adasını fiziken asla Anadolu’ya hem bağlamayız, hem de Rum halkını Türk suyuna mahkum etmeyiz” dedikten sonra şu sözlerle dayılanmıştı: “Türkiye’nin en zayıf anını bekleyeceğiz ve kıçına bir de biz tekme attıktan sonra hem garantörlüğünden, hem de garantilerden kurtulacağız!”
20 Temmuz 1974 günü gerçekleştirilen “Mutlu Barış Harekatı” ile Kıbrıs adasında dengeler değişince, III. Makarios planlarını da değiştirmek zorunda kalmıştı.
1977 yılında dönemin Rum lideri III. Makarios rahmetlik Denktaş ile Şubat ayında yaptığı I. Zirve görüşmesinden sonra 4 maddelik, gelecekte kurulması planlanan olası Federasyon tipi ortak bir devlet ile ilgili bir anlaşma imzalamıştı. Görüşme dönemin BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim huzurunda yapılmış ve BM’nin de kayıtlarına girmişti. BM’nin “İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyetini” darbeden sonra hala daha adanın tek yetkili temsilcisi olarak kabul ettiğini farkeden Makarios, toplantıdan hemen sonra da Ulusal Konseyde yaptığı konuşmada “Türkiye zayıf bir konuma düşene dek müzakereleri sürdüreceğiz ama asla bir anlaşma yapmayacağız. Türkiye’nin en zayıf anında da adaya el koyacağız” demişti.
Yıllar içinde Türkiye mali açıdan batırılmaya çalışıldı, ABD’nin koyduğu ambargolarla boğuştu, GAP’ı devam ettirebilmek için onlarca yıl enflasyonla mücadele etti sonra da PKK belasını başına musallat etti Batılı devletler. Türkiye tüm bu olumsuzluklara rağmen Rumların beklediği gibi pes etmedi. Tam tersine önce kendini toparlamaya başladı, sonra da ekonomik ve politik yükselişe geçti ve bölge lideri oldu. Başkalarının kurduğu oyunlarda figüranlık yaparken şimdi kendisi bölgesel oyun kurucu konumuna geldi. Gerektiği zamanlarda, geçmişin oyun kurucuları karşısında dimdik durabiliyor, kendi silahını kendi üretebiliyor ve TL üzerinde oyun oynanmasına müsaade etmiyor.
800 bin kişilik bir nüfusu ile kendini nimetten zanneden “İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti” ise önce ekonomik açıdan iflas etti. Sonra da yıllarca Avrupa Birliğinden dolandırdığı paraların hesabını vermeye ve oradan buradan keserek borcunu ödeyebilmek acizliğine düştü. AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan Troika ise ümüğüne çöktü adeta. Olmayan saygınlığını da iyice yitirdi bu süreç içinde.
1994 yılında, daha yeni göreve gelmiş Rum lider Glafkos Klerides, AB’ye başvuru sürecini başlatırken “Arkamıza Avrupa Birliğini alacağız ve tek bir mermi atmadan, masa üzerinde adayı Türklerden geri alacağız” diyerek Rumların gerçek AB vizyonunu ve misyonunu ortaya koymuştu.
1 Mayıs 2004 tarihinde de AB’ye girince, çalışmaları sadece Kıbrıslı Türkleri mağdur ve dünyadan izole etmek üzerine yoğunlaşırken, Türkiye konusunda da AB’ye katılım amaçlı yaptığı üyelik müzakerelerinde 5 başlığı veto ederek ve 1964 Ankara Anlaşmasını yürürlüğe koyması konusunu şantaj malzemesi yaparak Kıbrıs konusunda taviz koparmak yolunu seçmişti.
2010 yılının Mayıs ayında gerçekleşen Mavi Marmara olayından sonra İsrail ile Türkiye’nin arasının bozulmasını fırsat bilerek, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” felsefesiyle İsrail ile bir dizi askeri, ekonomik ve mali anlaşmalar imzalamış, İsrail’in Türkiye’nin dostluğunu, işbirliğini ve ekonomik-askeri çıkarlarını bir kenara itip kendisini tercih edeceğini sanmıştı.
23 Haziran günü İngiltere’de yapılan “Brexit” Referandumu, 26 Haziran günü Roma’da imzalanan Türkiye-İsrail ilişkileri iyileştirme Anlaşması, bir anda gündemi ve politik toplu durumu yani konjonktürü alt üst etti.
İngiltere’deki Brexit sonucu, AB’deki şok ve sarsıntı, Türkiye-İsrail anlaşması politik toplu durumu aniden Rumların aleyhine çevirdi. Rumların bütün güvendiği dağlara “kar yağdı.”
Son gelişmeler gösteriyor ki, Rumlar güle oynaya Dimyat’a giderken, evlerindeki bulgurdan da olmak üzereler.