Neden diyemezmişiz?
Çünkü:
Bu ülkede hiç kimse “poşu” taktığı için 11 yıl 3 ay ceza almazmış / Cihan Kırmızıgül’ün aldığı cezanın poşuyla ilgisi yokmuş / 11 yıl 3 aylık cezanın nedeni başkaymış / Biz “poşu davası” falan diyerek yüce Türk adaletine iftira atıyormuşuz.
Falan...
* * *
Doğrudur.
Cihan Kırmızıgül, 11 yıl 3 aylık cezayı “poşu taktığı” için almadı.
Örgüt üyeliğinden, patlayıcı bulundurmaktan ve mala zarar vermekten aldı.
Fakat...
Dava sürecinde yaşananları sıralayınca ortaya çıkan tablo şu:
- İddianameye dayanak olan “gizli tanık”, mahkemede ifadesinden döndü.
- Cihan Kırmızıgül’ü takip ederek yakaladıklarını söyleyen yedi polisin, yakalama sırasında orada bulunmadıkları, buna rağmen tutanakta imzaları olduğu tespit edildi.
- Tanık olarak dinlenen polisler, Kırmızıgül’ü hatırlamadıklarını söylediler.
- Savcı, “gizli tanık” ifadesindeki çelişkilere dikkat çekerek beraat istedi.
- Molotofkokteyllerde Cihan Kırmızıgül’ün parmak izine rastlanmadı.
Yani?
- Gizli tanık ifadesi yok...
- Cihan’ı hatırlayan polisler yok...
- Cihan’ın parmak izi yok...
- Savcının ceza talebi yok...
Ne var peki?
Sadece ve sadece “poşu” var.
Karar duruşmasında geçen şu ifadeye bakın:
“Suçta kullanıldığı anlaşılan poşunun müsaderesine (suç aletine el konmasına) karar verilmiştir.”
* * *
Tabloya bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Hiç lamı cimi yok, bu bir “poşu davası”dır.
Hem de dört dörtlük “poşu davası.”
Beni de andıçladılar
KCK İddianamesi’nde adım geçiyormuş.
Şu şekilde:
“Gazeteci Ahmet Hakan, sık sık KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ı telefonla arıyor ve ‘şöyle yapsanız iyi olur, böyle yapsanız iyi olur’ şeklinde direktifler veriyor ve önerilerde bulunuyordu.”
Bu haber Akşam ve Taraf gazetelerinde yer aldı.
İki gazete de “KCK İddianamesi”nde geçen bu iddiayı haber olarak verdiler.
* * *
İddiayı ilk duyduğumda güldüm.
Çünkü “deli saçması”ndan ibaretti.
Ve şöyle dedim:
Eskiden de çamur atılıyordu ama hiç olmazsa bir parça “inandırıcılık kaygısı” falan güdülüyordu.
Oysa bu çamurda, inandırıcılık kaygısı falan bir tarafa bırakılmış. Sallanmış yani...
İddianame’yi kaleme alan eller de bu sallamanın önüne arkasına bakmadan dayamışlar.
Bu ne şimdi?
“Andıç” değil mi?
Şemdin Sakık İddianamesi’nde “Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand PKK’dan para alıyordu” diye yazmak ile KCK İddianamesi’ne “Ahmet Hakan, Murat Karayılan’a direktif veriyordu” diye yazmak arasında “çamur atmak” açısından ne fark var?
Birincisine “andıç” diyorsak, ikincisine ne diyeceğiz?
Futbol yazarı olmak isteyene 7 tavsiye
BİR: Kendine taraftarı bol bir takım bulmazsan işin zor.
İKİ: Büyük kitlelerin nefretini göze almak zorundasın.
ÜÇ: İşin en başında hayli sansasyonel bir çıkış yapmalısın, yoksa “sen ne anlarsın futboldan” cümlesini kafana indiriverirler.
DÖRT: Sebzeli ekran gösterilerine açık olmazsan kıyıda kalırsın.
BEŞ: Ya Aziz Yıldırım’cı olacaksın ya da Aziz Yıldırım karşıtı... Arada kalamazsın.
ALTI: Her durumda takımını haklı çıkaracak en az 8 argüman bulabilecek kapasitede olmalısın.
YEDİ: Hangi takımı desteklersen destekle, mutlaka mağduru oynamalısın.
Osman Can da Kemalist olmuş
“GİTTİ Kemalist yargıçlar, geldi muhafazakâr yargıçlar.”
Bunu ben söylemiyorum, iktidara verdiği destekle tanınan Anayasa Mahkemesi eski raportörü Osman Can söylüyor.
Hem de ne söyleme!
Akşam gazetesine verdiği röportajda özetle şunları diyor:
- Toplumsal denge, yargıçlar dünyasına da taşındı.
- Siyasette yüzde 20–30 olan Kemalistler, yargıda yüzde 80’in üzerindeydi.
- Ama şimdi hiç olmazsa toplumun yüzde 60’ı, yargıda yüzde 70 olarak temsil ediliyor.
- Denge biraz bozuldu ama eskisinden daha iyidir.
- Toplumsal denge, yargıya da yansıtılmalıdır.
* * *
Ne anlıyoruz Osman Can’ın bu sözlerinden...
Şunu anlıyoruz:
Yargıda “Kemalist yargıçlar / Muhafazakâr yargıçlar” olmasında bir sorun yokmuş.
Önemli olan bunların sayısal dağılımının, sandıktan çıkan sonuçlara göre olmasıymış.
Toplumda yüzde 50 muhafazakâr varsa, muhafazakâr yargıçların oranı da yüzde 50 olmalıymış.
Toplumda yüzde 20 Kemalist varsa, Kemalist yargıçların oranı da yüzde 20 olmalıymış.
İlahi Osman Can!
Her şeyi sandığa bağlamalarıyla meşhur olan AK Partililer bile bu kadarını söylemeye cesaret edemediler.
Demek ki sende AK Parti’yi de geride bırakan bir cesaret, daha doğrusu cüret varmış.
Helal olsun vallaha...
* * *
Osman Can’a sormak isterim:
Eğer yargıçları, hukuk nosyonlarına göre değil de “siyasi mensubiyet” gibi hayli muğlak bir kritere göre belirleyeceksen...
Bu işi nasıl yapacaksın?
Nasıl belirleyeceksin bir yargıcın Kemalist mi, muhafazakâr mı olduğunu?
Evini mi gözleyeceksin?
İçki içiyorsa, karısının başı açıksa “Kemalist”, namaz kılıyorsa, karısının başı kapalıysa “Muhafazakâr.”
Bu mudur yöntemin?
Yani “büyük gözaltı” ile mi saptayacaksın?
Yoksa...
Mezhep araştırmasına girip “Alevi / Sünni” ayrımı üzerinden mi bir saptama çalışması yapacaksın?
* * *
Ben hukukçu değilim.
Anayasa Mahkemesi’nde raportörlük yapacak bir birikimim de yok.
Ama asgari izanım var.
Bu nedenle bir yargıcı, mensup olduğu görüş ve o görüşün “toplumsal dengedeki yeri” açısından değerlendiremem.
Sadece ve sadece “adil karar vermiş mi?” noktasından değerlendiririm.
Benim için “Kemalist yargıç” ya da “Muhafazakâr yargıç” yoktur.
Benim için “adalet duygusu olan yargıç” vardır.
* * *
Eski düzende ne deniyordu?
Şu deniyordu:
“Karısı başı kapalı yargıç, namaz kılan yargıç, muhafazakâr yargıç, adil karar veremez.”
Yeni düzende ne deniyor?
Şu deniyor:
“Alevi yargıç, içki içen yargıç, Kemalist yargıç, adil karar veremez.”
İki yaklaşım arasında zerre kadar bir fark yoktur.
Ve ikisi de ayağımın altındadır.
* * *
“Yargıçları siyasi mensubiyetlerine göre karar veren hukukçular” olarak gören Kemalistler ile “Yargıçları siyasi mensubiyetlerine göre karar veren hukukçular” olarak gören Osman Can arasında zerre kadar fark yok.
Osman Can, Kemalist mantığı tersine çevirerek aynen sürdürmektedir.
Bu açıdan Osman Can’a...
“Yeni Kemalist” diyebiliriz.
Hem de canı gönülden.
(Hürriyet)