KCK'nin ve dolayısıyla HPG'nin 'meşruiyet ve Ortadoğu'nun önemli gücü olma planının' kaidesini sarsabilecek bu sapmaya söyleyecek sözü yok mudur?

Çözüm süreci başlamadan, yani Öcalan’ın o meşhur mektubu Newroz meydanında okunmadan bir gece önce şu anda Mardin Belediye Başkanı olan Ahmet Türk ile Diyarbakır’da bir sofra etrafında buluşmuştuk. Şöyle demişti: “Biz artık bu terörist damgasından kurtulmalıyız. Bu damga silinmeli.”

Kısa süre sonra Brüksel’de görüştüğüm Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal’ın cümlesi ise şuydu: “Terörist lafının ömrü tükenmiş olmalı.”

Yine aynı dönemde Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) genel kurulunda çıkan sonuç bildirgesindeki bir madde şöyle diyordu: “Başta AB ve ABD olmak üzere tüm uluslararası güçlere ve devletlere Türk devletiyle PKK karşıtlığı üzerinden kurdukları ilişkiyi gözden geçirme ve PKK’yı terör örgütü listesinden çıkarması çağrısında bulunur.

Kandil’de görüştüğüm PKK liderleri de hiçbir analistin, hiçbir dışişleri heyetinin yapamadığını yapmış, Suriye ile ilgili en doğru muhtemel tabloyu çizmişti. Buna göre Esad öyle kolay kolay gitmeyecekti, ülkesiyle birlikte tüm bölgeyi kanlı bir arafta rehin alacaktı ve fakat bu araftan bir Kürt treni kalkacaktı. PKK, Rojava ile başlayan bu trenin ‘meşru’ bir lokomotifi olmaya çok önceden karar vermişti ve bunun için, evet, ‘terör’ ile anılmamalı, ‘siyasi bir güç odağı’na dönüşmeliydi.

Plan buydu ve aslına bakarsanız, Türkiye devleti ile masaya oturmasının ardında da bu planı hayata geçirme aklı vardı.

Çünkü, takdir edersiniz ki, hem Türkiye’nin doğusunda savaşıp, hem de Suriye’deki Kürt kantonlarını savunamazdı. Daha da önemlisi, hem Türkiye’de silahlı eylem düzenleyip, ölüp öldürüp, hem de uluslararası alanda kabul edilen bir ‘siyasi güç odağı’ olamazdı.

**

Peki ne oldu?

Şöyle bir baktığınızda, çözüm süreci başladığından beri, evet anadilde eğitim hakkı tanınmadı, evet TMK değiştirilmedi, evet yeni Anayasa yapılmadı ve Kürt kimliği burada tanınmadı, evet hasta tutuklular salıverilmedi ve Öcalan serbest kalmadı…

Ama PKK yukarıda sözünü ettiğim amaca çok yaklaştı. Son bir buçuk yılda bu yolda çok mesafe katetti.

Avrupa, Amerikan ve İngiliz basını YPG’den (PYD’nin silahlı kolu), dolayısıyla HPG’den (yani PKK’nin silahlı kolunu) IŞİD’e karşı savaşta omuz verilmesi gereken, cesur savaşçılar olarak bahsediyor. PKK bağlantısını ve PKK’nin geçmişini unutmadan yapıyor bunu. Kobane’de ‘devletsiz en büyük topluluk olan Kürtlerin’ destansı direnişinden sözediyor. ABD silah yardımı yapıyor, koridor açılması için bir ton baskı yapıyor.

Moda dergileri, mesela Fransız Elle ve Marie Claire ‘Kürt kadın savaşçıları’ tanıtan makaleler yayınlıyor. Yani sadece siyaset değil popüler kültür de ‘Hoşgeldiniz!’ diyor.

Bir buçuk yıl öncesinin “Bize artık terörist demesinler” noktasından buraya müthiş bir zıplama, şaşkınlık verici bir dilek kabulü değil mi?

Öyle. Dediğim gibi bunda Kürt siyasi hareketinin Suriye’yi doğru okumasının ve sanıldığından çok daha sofistike ‘diplomasi’ yürütebilmelerinin etkisi var.

**

Fakat bugünlerde olan nedir?

6-7 Ekim’deki Kobane eylemlerinden beri ne oluyor?

Bingöl emniyet müdürü ve yardımcısının, Hakkari’de üç askerin öldürülmesi… Diyarbakır’daki bir astsubayın eşiyle alışveriş yaparken vurulması…

Bunlar hangi sofistike diplomasinin, hangi ‘meşru siyasi güç olma planının’ parçası olabilir ki…

KCK liderleri bir süredir ‘şehirlerdeki gençlerin eylemlerini’ tasvip etmediklerini söylüyordu. Cemil Bayık ve Duran Kalkan verdikleri röportajlarda açıkça bu tutumu benimsediler.

Öte yandan şehit astsubayın ölümüyle ilgili TSK’dan yapılan ve PKK’lilere ait telsiz kayıtlarından söz eden açıklama organize bir eylem olduğu fikrini doğuruyor.

‘Silahlı mücadelenin sonuna gelinmişken’, ‘terörist damgasını çıkarıp atmaya’ bu kadar yaklaşmışken bu olup biten nedir?

KCK’nin ve dolayısıyla HPG’nin ‘meşruiyet ve Ortadoğu’nun önemli gücü olma planının’ kaidesini sarsabilecek bu sapmaya söyleyecek sözü yok mudur?


(Radikal'den)