PKK’nın Oramar’daki (Dağlıca) sınır yakınlarında 8 askerin şehit edilmesi, 16’sının yaralanmasıyla sonuçlanan saldırısı çok mu şaşırtıcı?
Kürt sorununa siyasi çözüm arayışını karşı çıkanların, saldırının duyulması üzerine sosyal medya ortamına fırlayarak sözde çok üzülmüş gibi yaparak “Biz dememiş miydik?” diye gizlenemez sevinçlerini ortaya koymalarına bakarsanız, bekleniyordu.
Böylelerin ne müthiş bir kehanet gücü, ne de tahlil yetenekleri var. Kürt sorunu söz konusu olunca, nasıl Türkiye’nin devlet yapısı içinde “güvenlik öncelikli” siyasetten başka hiçbir şey düşünemeyenler varsa, PKK içinde de “savaşı sürdürmekten” ve “silahları bırakmamaktan” medet umanlar var.
Bu sözde iki karşıt güç, aslında “zımni” bir ittifak halindeler ve ne zaman Kürt sorununda bir çözüm arayışında umut verici gelişmeler şöyle bir kıpırdasa, bunu bozmak için aralarından birinin harekete geçeceği konusunda birbirlerine güvenliler.
Tabii, bir de PKK’nın silahlı faaliyetinin bölgesel boyut kazanmış olduğunu unutmamak gerekiyor. Orta Doğu’da Türkiye’nin karşısında mevzilenmiş bir İran-Suriye eksenini ve bir yandan Türkiye-İsrail sürtüşmesini, Türkiye’nin canını acıtacak her türlü gelişmede akılda tutmakta yarar var.
Kürt sorununun şiddet boyutunun üstesinden gelinmedikçe, “güvenlik öncelikli” politikalar geçerliliğini korurken; yani Kürt sorunu gayet “kırılgan bir zemin” üzerinde yol alırken, şiddetin önünü almaya yönelen her türlü adımı boşa çıkarmak için, Oramar saldırısı gibi bir eylem her an sahneye konulabilir.
Kanlı eylemin “zamanlaması”na bir bakar mısınız?
Tam anlamıyla “kör kör gözüm parmağına” örneği.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Atlantik aşmış, Meksika yolunda ve birkaç saat sonra sabaha karşı Hakkari il sınırları içinde PKK üç koldan saldırıya geçiyor.
Öyle bir “zamanlama” ki, Kürt halkının “sembol figürü” Leyla Zana, birkaç gün önce Tayyip Erdoğan’ın sorunu çözebileceği umudunu belirtmiş, atılması gereken bazı adımları dillendirmiş; bunun karşılığında Başbakan, Zana ile görüşebileceği konusunda kapıyı aralamış, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, sorununun ele alınış yöntemine ilişkin iyimserlik besleyen açıklamalar yapmış, Barzani ile Talabani’nin PKK’ya silahları bıraktırma doğrultusunda harekete geçmiş olduklarına dair haberler yayılmış ve Murat Karayılan, Avni Özgürel’e silahların bırakılması ihtimali yorumlarını besleyecek yönde sözler sarfetmiş, Kürtçe’nin orta öğretimde “seçmelik ders” olarak okutulması gündeme gelmiş ve bunların toplamından Kürt sorununa ilişkin bir “yeni mevsim”e doğru yol alınabileceği umutları yeşermiş.
Ve bir sabah uyanıyorsunuz, Oramar’da PKK saldırısı, 8 asker şehit, 16 asker yaralı!
Ne demek bu?
Şu demek: Bırakın bu safsataları. Çıkarın savaş baltalarını. Vuruşacağız. Kan dökülmeden bu iş çözülmez.
Orta ya da geri düzeydeki zeka, PKK saldırısından başka anlam çıkartmaz.
7 Aralık 2009 gününü hatırlıyorum. Başbakan Tayyip Erdoğan ile Washington’dayız. Tayyip Erdoğan, sabah 10:00’da Beyaz Saray’da ABD’nin yeni lideri Başkan Obama ile görüşecek. Türkiye’de bütün gözler, o önemli görüşmeye yoğunlaşmış. Dönem, belirli tıkanıklıklarla karşılaşsa da, Kürt sorununda “Açılım”ın başlatılmış olduğu dönem.
Washington, Türkiye’den 7 saat ilerde. Washington sabahına, PKK’nın ta Tokat’ın Reşadiye ‘sinde 7 askeri şehit eden saldırısı haberiyle uyanıyoruz. Beyaz Saray’daki Obama-Erdoğan görüşmesinin üzerine, Reşadiye saldırısının koyu gölgesi düşüyor.
Türkiye’nin, Obama-Erdoğan görüşmesi üzerine yoğunlaşması gereken dikkati darmadağın. Kanlı saldırının travması herşeyin üzerine çöküyor.
Aradan iki hafta kadar bir zaman geçiyor; Diyarbakır’da o döneme dek görülen en büyük KCK tutuklama dalgası gerçekleşiyor. 24 Aralık günü, 7’si belediye başkanı 36 kişi gözaltına alınıyor. Ertesi gün, Diyarbakır Adliyesi önünde birbirlerine kelepçelerle bağlanmış sanıklar sergileniyor. Ocak ayında Diyarbakır billboardlarında “Dün Halepçe, Bugün Kelepçe” yazılı afişler.
“Açılım iklimi” zehirlenmişti!
Dün geldiğimiz nokta, benzer senaryonun tekerrüründen ibarettir.
Ama, artık yeter. Bu senaryonun zokasına artık gelmenin alemi yok.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Meksika’da olay üzerine verdiği ilk tepki, sağduyulu bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Bu kez, şiddetperestlerin oltaya taktığı yeme gelmedi.
Aynı şekilde. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, dün olay üzerine yaptığı konuşmada, daha önce rastlanmadık biçimde “PKK her türlü silahlı eyleme son vermelidir” diye konuştu.
BDP, Leyla Zana’nın çıkışı üzerine şaşırıp kalmıştı. Son Oramar saldırısı onun da gözünü açmış olmalı. En azından, böyle olması temenni edilmeli. BDP’nin de “ezber konuşmaları” terk etmesi ve “PKK her türlü silahlı eyleme son vermeli” söylemini sürekli ve yüksek sesle tekrarlaması gerekiyor.
Bilinçli ve kasıtlı olarak tırmandırılmak istenen “şiddet sarmalı”na aklı başında hiç kimsenin teslim olmaması şart.
PKK’nın son saldırısı, en başta “müzakereli çözüm” konusunu Avni Özgürel’e vurgulamış olan Murat Karayılan’ı açığa düşürüyor. Saldırı, Leyla Zana’nın çıkışına kendiliğinden posta koymuş oluyor. Tayyip Erdoğan’ın yönelmek istediği yeni arayışa sekte vuruyor.
Murat Karayılan, şayet “tavşana kaç, tazıya tut” gibi bir tavır içinde değilse, bu son eyleme açıkça karşı çıkmak zorunda. Aksi halde, kimseyi inandıramaz. Geçen yılki Silvan saldırısına ilişkin “kontrol edemediği yerel unsurlar”dan söz etmişti.
Türkiye’de “birkaç devlet” olduğu gibi, onun karşı taraftaki yansıması olarak “birkaç tane PKK” da olabilir. Olabilir. Ama, hem Avni Özgürel’e konuşan Murat Karayılan, hem de son saldırının sorumlusu olan Murat Karayılan aynı kişi olamaz. İkisinden birini seçmek zorunda.
BDP de, hiçbir şekilde son PKK saldırısını mazur gösterecek bir söylemi benimseyemez. Aksi halde, Türkiye’de Kürt sorununa ilişkin herhangi olumlu bir rol üstlenme şansını sürdüremez.
Oramar (Dağlıca) olayı, Leyla Zana’yı yaptığı olumlu çıkıştan vazgeçirmemeli. Tayyip Erdoğan’ı sağduyusunu terketmeye neden olmamalı.
Hep birlikte, “kirli ve kanlı oyun”u boşa çıkartmalıyız.
(Radikal gazetesinden alınmıştır)