Bizim ülkenin gündeminde seçimin sıcak ve olabildiğince polemik dolu değerlendirmeleri devam ede dursun, dünyanın gündeminde daha çok göçmenlerin karanlık sularda boğulması, AB ve ABD’nin duyarsızlığı ve uluslar arası kamuoyunun tepkisizliği var.
Ben dış haberlere baktığım için daha çok uluslar arası ajansları, yazılı ve görsel yayınlarını takip ediyorum. Son günlerde yabancı basının manşetlerinden düşmeyen en önemli haberlerin başında göçmenlerin bir lokma ekmek uğruna çıktıkları amansız ölüm yolculuğudur.
Sadece geçtiğimiz hafta içinde 1100 göçmenin sulara gömüldüğü yazıldı. Bu hafta da yine yüzlerce göçmen sularda boğuldu.
2014 yılında Akdeniz'i geçmeye çalışan 170 bin göçmenin 3 300'ü boğulup öldü. Uluslararası Göçmen Ofisi, o maceraya katılacak göçmen sayısının 2015 yılında 500 bine ulaşacağını söylemişti.
İnsanları o ölüm yolculuğuna çıkmaya zırlayan şey şüphesiz ki yoksulluk, çaresizlik, açlık, savaş ve terördür.
Ve bu durumun sorumlusu da Batı Avrupa ve ABD’dir.
Bu kanlı ve karanlık tarih 1492'de KristofKolomb'un macerasıyla başladı. Başlarda "Hristiyanlaştırıyoruz" [évangélisation] daha sonraları da "uygarlaştırıyoruz" dediler.
İkinci emperyalist savaş (1939-1945) sonrasında sıra "kalkındırmaya" gelmişti.
Doç. Dr. Fikret Başkaya’nın kendi tezindeki şu ayrıntıları ayrınca hatırlatmakta fayda vardır. Başkaya “Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) bağımsız ülkelere doğrudan 2000 askeri saldırı yaptığını, 402 barış antlaşmasını ihlâl ettiğini, beş kıtada 50 milyon insanın katlettiğini de unutmamak gerekir...”diyor.
Soykırımdan söz etmek için mutlaka sayının belirli bir rakamı aşması gerekir mi sizce?
Ve Başkaya soruyor; “1,6 milyon Iraklının baba-oğul Bushların açtıkları saldırı savaşları sonucu katledilmesi soykırım değil miydi?
İsrail, ABD ve Suudi Arabistan ortaklığında Filistin halkının katledilmesi, aç, susuz, ilaçsız bırakılması, Irak’ta gıda ve ilaç ambargosu yüzünden yarım milyon çocuğun ölmesi soykırım değil de nedir?
Şimdilerde İŞİD'ci on binlerce fanatik katil sürüsünü eğitip, endoktrine edip, silahlandırıp, finanse edip masum insanları katletsinler diye saha sürmek de soykırım değil midir?”
IŞİD terörünün Kobani’de Kürtlere uyguladığı soykırım değil miydi?
12 Ekim 1492'de, KristofKolomb Amerika toprağına ayak bastı. 3 Mayıs 1493'de Papa VI.Alexandre şu fetvayı yayınladı:
Keşfedilen ve keşfedilecek dünyalar İspanya ve Portekiz arasında paylaşılmalı, din ve Katoilkîmanı yüceltilip yayılmalı (...) ve barbar halklar boyunduruk altına alınıp Hristiyanlaştırılmalıdır."
Kolomb, Amerikan adalarına ayak bastığında, kıtanın nüfusu yaklaşık 80 milyondu, 16. yüzyılın ortasında (60 yıl sonra) Amerikalar'da yaşayan nüfus 10 milyona inmişti...
Hristiyan 'Batılılar' yaklaşık yarım yüzyılda 70 milyon insanı 'Hristiyan Cennetine' göndermeyi başarmışlardı (!).
XVI'ıncı yüzyılın başında dünya nüfusunun yaklaşık 400 milyon civarında olduğu düşünülürse, yarım yüzyıllık bir dönemde 70 milyon insanı yok etmek 'büyük bir başarı olmalıydı... (!)
Köleler Amerika'ya, yarattıkları zenginlik de Avrupa'ya taşınıyordu... Beyaz adam Afrikalı Siyahları insan saymıyordu, onu "insan altı" bir yaratık olarak görüyordu, çünkü derisi siyahtı...
Köle ticaretinde vahşi havyanlar gibi avlanıp, soykırıma uğratılan insan sayısı kaçtı?
Tarihçiler sadece gemilerde ölüp denize atılan Siyah köle sayısının 2 milyondan fazla olduğunu yazdı. XVI-XIX yüzyıllar arasında Afrika toprağından sökülüp Yeni Dünya'ya taşınan Afrikalı Siyah köle sayısı on milyonlarla ifade ediliyor.
Fransız askerlerinin kara çizmeleri Cezayir toprağına bastığında (1830), ülkenin nüfusu yaklaşık 7-8 milyondu. Sömürge yönetimi 90 yıl sonra, 1920 yılında ülke nüfusunun 7 milyon olduğunu bildirmişti.
Ünlü Fransız yazar, düşünür ve politikacıları ( Victor Hugo, Jules Ferry, Alexis de Tocqueville, vb.) gerçekleşen yıkımı "Uygarlığın vahşiliğin üzerine yürümesi" olarak adlandırmışlardı.
Emir Abdülkadir de cevaben: "Hayır sefil efendiler, asıl bizim medeniyetimizin üzerine yürüyen sizin vahşetinizdir. Yakılmış kitaplarım ve kütüphanem, izinizi sürmemi sağlıyor" diyecekti...
İşte emperyalist dünya devletlerinin ölüm yolculuğuna çıkan insanlara reva gördükleri tek şey; bir zamanlar Doğu ve Güneydoğu’da evleri yakılıp ateşe verilen ve kaçmaya çalışan insanların, askerlerce tekrar onları yanan o eve yeniden sokmaya zorladığı gibi göçmenleri de yaşadıkları dramla baş başa bırakmaya çalışmak ve onları ölüme zorlamaktır.
İnsanlık bu soruna ne zaman eğilir bilmem ama bildiğim bu soruna eğilmediği takdirde, bu ölüm yolculuğunun ve ölüm sıtmasının tüm dünyayı saracağıdır.
Ülkemizde de siyasi parti ve egemen iktidarın da yapması gereken en önemli şeylerin başında evrensel adalet, eşitlik ve gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermektir.