Yaşanan Covid ve karantinalar nedeniyle eğitimin yönteminde de hızlı bir şekilde değişim oldu. Bu ani değişim karşısında hazırlıksız olmak doğal olarak pek çok sıkıntıyı da beraberinde getirdi. Evde laptop ya da tableti olmayan öğrenciler, internet bağlantısındaki zayıflıklar gibi teknik pek çok husus ve gelir seviyesi nedeniyle eğitime erişimde oluşan açıklık sürekli olarak gündeme geldi.
Sorunlarla ilgili bu manşetlerde doğruluk payı olsa da bunların olumsuz yansıması öğrencilerde oluşan “geri kalmışlık hissi” ve “kaybettiklerini bir an önce tamamlamaları” gerektiği baskısıdır.
Bu geri kalmışlık ve öğrenme kaybı düşüncesi sadece çocuklarda değil ebeveynlerinde de mevcuttur. Öğrenme kayıplarının çok olduğu ve tamamlanamayacağı endişesiyle veliler çocuklarına daha fazla özel ders aldırma, ders çalışmaları için daha fazla baskı kurma gibi çeşitli yolları deniyorlar. İyi niyetle yapılan bu davranışlar öğrencilerde oluşan “öğrenme kaybım var”, “konu eksiğim var” gibi düşünceleri pekiştirmiş oluyor.
Öğrenme kayıplarının gündemde tutulması, çare arar şekilde çeşitli yolların ardı ardına denenmesi öğrenciler açısından daha ciddi bir tehlikeye yol açması muhtemel görünüyor: “kayıp” nesil. Öğrencilerin kendilerini eksik, yetersiz ve bir şeyleri kaybetmiş olarak hissetmeleri onlar için esas tehlikedir. Kendilerini ilerleyen yıllarda da “kayıp” nesil olarak görmeleri öğrenmeye karşı önyargılı ve savunmacı bir tutum içine girmelerine, kendilerini aciz hissetmelerine sebep olabilir.
Öğrenme kayıplarından bahsederken esas önemli olan bir noktayı gözden kaçırmıyor muyuz: Sahip olduğumuz şeyi kaybederiz. Öğrencilerimiz kaybettiklerini düşündüğümüz o bilgileri henüz edinmemişlerdi ve öğrenim hayatları hala devam ediyor. Yani hiçbir şey bitmiş değil. Bir diğer noktada öğrenme için sadece tek bir fırsat mı var, bu fırsatı kaçırınca bir daha yakalamak mümkün olmuyor mu?
Ebeveynler, eğitimciler sürekli olarak öğrencilerde oluşan “öğrenme kayıp”larını gündemde tutarak geleceğin “kayıp! neslinin” inşasında istemeden de olsa pay sahibi oluyorlar. Unutmayalım ki, öğrencilerin hangi yaşta ne öğreneceklerine müfredat ya da politika yapıcılar karar veriyor. Yani herhangi bir bilginin “tam o yaşta öğrenilmesi zorunludur, bu fırsat kaçarsa bir daha öğrenilmez” gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır.
Kayıp Nesli Kendi Ellerimizle İnşa Etmek İstemiyorsak “Kazançlara Odaklanalım”
Kendini aciz olarak görmeyen, eksikleri nedeniyle öğrenmeye karşı olumsuz tutum geliştirmeyen bir nesil inşa etmek için bakış açımızı öğrencilerin öğrendiklerine çevirmemiz daha doğru olur.
Tüm dünyayı etkisi altına alan bu süreçte onlar belki de büyüklerinden daha büyük bir olgunluk göstererek yeni düzene adapte olmak için gayret gösterdiler. Kendilerini zorlayarak da olsa online öğrenme ortamlarında öğrenimlerini devam ettirmeye çalıştılar. Öğrenmede teknoloji kullanımında büyüklerinin önüne geçtiler. Meraklarını çeken bir konu olduğunda dünyanın neresinde olursa olsun en iyi eğitmenlerden dinleme ve öğrenme fırsatı buldular. Eğitimde uluslararasılaşma dünya tarihinde hiç olmadığı kadar yakalanmış oldu. Ayrıca dijital dünyanın sadece oyun, film ve eğlenceden ibaret olmadığını aynı zamanda bir öğrenme ortamı da olduğunu da deneyimleyerek öğrenmiş oldular ????
Yaşanan bu Covid süreci artık öğrenme ortamı anlayışını da değiştirdi. Öğretim tasarımları yapılırken hem online hem de dijital uygulamaların olduğu hibrit modellerle öğrenciler için hedeflenen öğrenme çıktılarına hem daha kısa sürede hem de daha etkili şekilde erişme fırsatı doğmuş oldu. Öğrenme ortamında yaşanan bu değişimin öğrenmenin kalıcılığı, etkililiği ve sınır tanımazlığı üzerinde pozitif etkisi olacaktır. Öğrenciler değişti ve yetişkinlerin öğrenmeye olana bakışlarının değişmesi elzem oldu.