Neden?
- Hükümetin Suriye politikasından mı?
- Giderek artan toplumsal hoşgörüsüzlükten mi?
- Vekil oğluna tanınan “duvara dizilmiş polisleri teşhis etme” hakkından mı?
- Kürt sorununun gitgide daha çok çözümsüzlük girdabına girmesinden mi?
- Toplumun tek tipleştirilmesi girişimlerinden mi?
Hayır.
Sorun bunların hiçbirinden kaynaklanmıyor.
Çünkü...
Abdullah Gül, bunlardan rahatsız olduğuna dair en küçük bir işaret bile vermedi ki...
* * *
Peki nedir sorun?
Sorun şu:
Tayyip Erdoğan Çankaya’ya aday olacak, yerine de büyük olasılıkla Numan Kurtulmuş’u bırakacak.
Bu durumda...
Abdullah Gül resmen ekarte edilmiş olacak...
Budur... Hepsi bu...
Yani mesele “politik” değil, alabildiğine “kişisel”...
* * *
Bu durumda...
- “Haydi bastır Abdullah Gül... Devir şu Tayyip Erdoğan egemenliğini... Devir de güneşli güzel günlere inanan mutlu bir yusufçuk havalansın” diyenler de yanılıyor.
- “O ikisi kardeştir... Birbirlerine makamlarını ikram ederler... Aralarında tek bir sorun bile çıkmaz... Hadi dağılın” diyenler de yanılıyor.
Ne Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan’dan farklı politik bir çizgisi vardır, ne de aralarında göz yaşartıcı bir kardeşlik...
* * *
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a mesaj yolluyor.
Diyor ki:
“Bana haksızlık yapma... Beni yok sayma... Yerine benim dışımda birini bırakmaya kalkarsan karşına çıkar aday olurum”.
Size bir şey söyleyeyim mi?
Gül “aday olabilirim” mesajı veriyor ama aday falan olmaz.
Neden mi?
Şundan dolayı:
Cumhurbaşkanlığı süresince “sıfır risk” ile durumu idare etmiş bir kişilikten, bu denli “yüksek risk” içeren bir hareket beklenemez de ondan...
* * *
Kötü niyetlilere not: Fitne çıkarmayın. Maksadımız gaza getirmek değil. Şunun şurasında saptama yapıyoruz...
Saflar beliriyor: Gülcüler, Erdoğancılar
ÖNCE Gül’cüler:
- Fehmi Abi’nin safı şimdiden belli: Hep Gülcü idi, Gülcü kalacak gibi...
- Mehdi’yi bekler gibi Erdoğan’a alternatif çıksın diye bekleyen liberallerimiz de derhal Abdullah Gül’ün yanında hizalanmış gibiler.
- Önümüzdeki seçimde Erdoğan’dan kendilerine bir hayır gelmeyeceğini düşünen profesyonel siyasetçilerimiz de Gül’e doğru kayıyorlar.
- “Cemaat” bekleyişte... Kavgayı Gül’ün kazanacağına inansalar hemen Gül’ün yanında yer alacaklar ama ufukta kesin zafer şimdilik görülmüyor.
- Erdoğan’ın uçağında yer bulamayan, buna mukabil Gül’ün uçağında yer bulabilen gazetecilerimiz de beklendiği gibi Gül diyorlar, başka bir şey demiyorlar.
- Kayseri kökenli Anadolu kaplanları şimdiden “Gül’ü soldurtmayız” demeye başladılar bile...
- Amerika? Belki... Bir ihtimal... Kesin değil ama...
* * *
Erdoğancılara gelince...
- Hükümet medyası... Birkaç gayrimemnunu saymazsak cümbür cemaat Erdoğan’ın yanında olur.
- Birkaç fire dışında bütün kabine...
- Kitle desteği de Tayyip Erdoğan’adır. Çünkü “daimi tebessüm” kitlede sempati yaratır ama “kükreyen lider” her zaman daha öndedir.
- Arap sokakları... Ne de olsa Erdoğan’a daha fazla aşinalar.
- Milliyetçi / mukaddesatçı / sağcı / merkezci sivil toplum örgütleri... Ne de olsa çok yatırım yapıldı kendilerine son zamanlarda...
- Obama... Her şeye rağmen vazgeçmiş değil çünkü...
- İş dünyası... Onlar ancak Gül’ün kesin zafer kazacağına inandıklarında dönerler...
İyi ki lügatte ‘fitne’ diye bir sözcük var
- “Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın arası açık” diye yorum yapan var mıydı? Yoktu.
- “Çankaya rahatsız” diye başlık atan var mıydı? Yoktu.
- “Gül yeniden aday olabilir” diye analiz patlatan var mıydı? Yoktu.
Peki ne oldu da birdenbire ortalık karıştı?
Ne olacak?
Cumhurbaşkanı, “danışmanı” aracılığıyla topluma dert yandı.
“Rahatsızım, hem de çok” dedi.
* * *
Ortada “danışman”ın sürmanşetlik açıklaması var.
Söyledikleri yenilir yutulur şeyler değil...
“Danışman”ın söylediklerinin, Cumhurbaşkanı’ndan bağımsız olarak söylenmesine imkân ihtimal yok...
Bu durumda...
Yazarlar, analizciler, yorumcular ne yapar?
Ne yapacaklar?
“Neler oluyor yahu” diye kalem sallarlar, fikir beyan ederler.
* * *
Ama bakıyoruz bakanlarımıza, hükümet yetkililerimize, iktidar milletvekillerimize, hükümet yazarlarımıza...
“Danışman”ın söylediklerini bir tarafa bırakmışlar, konuyla ilgili kalem sallayanlara sallıyorlar.
“Fitne çıkarmayın” diyorlar, başka bir şey demiyorlar.
Abdullah Gül çıkıp “ben ayrı baş çekiyorum arkadaş” diye haykırsa, “Onlar kardeş, köşe yazarları fitne çıkarıyor” diyecekler...
O derece yani.
İyi ki “fitne” diye bir sözcük var lügatimizde...
Yoksa halleri haraptı...
Gerçekten.
Davul meselesi deyip geçilemez
MALATYA’da ne oldu?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bakarsanız...
“Davulcu ile vatandaş tartışmış, basit bir mesele...”
Malatya Valisi’ne bakarsanız...
“Sıradan bir tartışma, abartılacak bir şey yok”.
* * *
Eğer hadiseyi...
“Bir sahur vakti ramazan davulcusu ile Alevi vatandaşın tartışması” şeklinde görürseniz...
Doğrudur: Hadise basittir, sıradandır.
Ancak hadise bu değil ki...
* * *
Hadise şudur:
Alevi vatandaşla tartışan davulcu, “yetişin komşular, bunlar ezana, oruca, sahura, davula laf ettiler” diye ortalığı velveleye veriyor. Bunun üzerine en az üç yüz kişi bayraklarla, İstiklal Marşı ile Alevi vatandaşın kapısına dayanıyor, samanlığı ateşe veriyor, evi taşlıyor ve bu durum üç gün üst üste tekrarlanıyor.
Hadise budur.
* * *
Böyle bir hadise karşısında...
Başbakan Yardımcısı, Vali “yok bir şey, yok bir şey” diyemez.
Onların görevi şudur:
Galeyana gelip lince kalkışanların yargı önüne çıkarılmasını sağlamak...
Eğer “davul meselesi” deyip geçerlerse...
Galeyana gelmeye hazır tosuncukları tutmak mümkün olamaz.
Ondan sonra da gelsin “6–7 Eylüller”, gitsin “Sivas’lar”...
Ertuğrul Özkök’ün sahur programına katılması
İLK duyduğumda ben de endişelendim.
- Ya umre seyahatimizde bana sorduğu tuhaf soruları sormaya kalktıysa diye...
- Ya programın sunucu hocasına mukaddes emanetlere baktığı gibi baktıysa diye...
- Ya “babam oruç tuttuğunda çok sinirli olurdu” diye anılara yolculuk yaptıysa diye...
O geceki programın konusunu öğrenince acayip rahatladım.
Konu:
“Şeytanın insanlara yaptığı fenalıklar” imiş...
* * *
Şükür... Şükür... Şükür...
Türkiye bir badireyi daha atlattı...
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)