Eskiden, eskiden dediğime bakmayın daha bundan 15-20 yıl öncesinden bahsediyorum. Bu ülkede öğretmenlik de doktorluk da askerlik de çok saygın mesleklerdi.

Gerçi yaşanan her olayın kendine has şartları var. Her doktora saldırı ya da her öğretmene saldırı olayı elbette bu mesleklere karşı gelişen olumsuz düşüncelerden kaynaklanmıyor. Ama genel olarak karşılıklı bir saygınsızlık söz konusu!

Mesela, Gaziantep'te meydana gelen ve bir doktorun bir hasta yakını tarafından öldürülmesi ile sonuçlanan son olay...

İlk bakışta bir doktor hasta yakını kavgası gibi görünüyor. Ama kazın ayağı öyle değil. Sosyal Güvenlik Uzmanı Ali Tezel -ki Tezel'in bir tarafı da gazetecidir- kavganın tedavi esnasında ölen hastanın emekli maaşının ödenmeye devam etmesi için öldüğünün doktor tarafından nüfus müdürlüğüne bildirilmemesi için yapıldığını açıkladı.

Hakikaten vatan millet adına şoke edici bir durum!

Benzer bir olay hatırlıyorum ki bu olay da doktorun mesleği bırakmasına yol açmıştı.

Bir kadın, yaşlı annesine doktor tarafından "deli" ya da "karar veremez" raporu vermesini ister. Doktor ise hem buna yetkisi olmadığını hem de böyle bir hukuksuzluğa imza atamayacağını söyler. Ancak kadın doktora ısrar eder ve raporu alabilmek için şiddet kullanmaya yeltenir. Çünkü rapor ile annesi daha ölmeden mirasına konmayı hedeflemektedir. Olay öyle bir hal alır ki, doktor mesleği bırakır!

Şimdi soralım sorulması gerekeni:

Neler oluyor bizim halkımıza?..

Doktorumuza, öğretmenimize, askerimize neler oluyor ya da oldu?..

Eskiden öğretmene saygı duyulurdu. Çocuk öğretmene verilir ve "Eti senin kemiği benim hocam, yeter ki buna bir harf öğret, kulun kölen olurum" denirdi.

Birisi için "Bu kişi doktor" denildiği zaman herkes kenara çekilirdi. Saygıda asla kusur edilmezdi "doktor bey"e. Çünkü hayat kurtaran, kutsi bir vazife yapan kişiydi doktorlar.

Hâlâ da öyledir ama nedir bu yaşananlar, nasıl gelindi bu saygınsız konuma?
Askerler için de öyle.

Milletin askere saygısı vardı. Çünkü o zamanlar "asker ocağı peygamber ocağıydı." Askerlik yapmayan adamdan sayılmaz, askerliğini yapmayan adama kız verilmezdi. Üniforma onu giyen herkese saygınlık kazandırırdı.

Çünkü askerler üniformaları ile halkın arasında görülürdü. Camilerde üniforması ile namaz kılarlar, Allah'ın huzurunda herkesle birlikte alınlarını secdeye koyarlardı. Eskiden oruç tutmak isteyen askerlere özel karavana çıkarırdı saygın komutanlar!

Halkın değerlerine saygısız bir kuruma halkın saygı duymasını beklemek elbette makul olmaz.
Allah'a, peygambere saygısı olmayan bir kurumun yöneticilerine halk niçin saygı duysun?..

Yani peygamber ocağından, eşi başörtülü diye, namaz kılıyor diye, selam veriyor diye ordu ile ilişiği kesilenler durumuna nasıl gelindi?..

Millet bu insanlara saygı duyardı eskiden. Sonra sonra bu saygınlık ortadan kalktı, neden acaba?


Çevik Bir'in namazı...


İşi zor olduğu belliydi zaten. Ama bakınız bu kalem "Çevik Bir'in işi zor" başlıklı yazıyı 17 Ocak 2011'de yazmış...

28 Şubatçılar'ın GATA'da yaptığı tasfiyeden bahisle Psikiyatri Klinik Şefi Nevzat Tarhan'ın Çevik Bir tarafından Gaziantep'e "veteriner" olarak sürülmesinin hikâyesini anlatmıştım.

Prof. Nevzat Tarhan bugün bütün Türkiye'nin tanıdığı bir isim. Başarılı bir asker ve doktordu. Ama "dindar" olduğu için ordudan uzaklaştırılmıştı.

Hikâyesi ilginçtir:

Görevinden uzaklaştırılınca nedenini merak ediyor Nevzat Tarhan. "Suçumuz ne" diye sorunca ona GATA Komutanı "Devlet içinde emir komuta dışında bir odak var, sizi istemiyorlar."

Neden komutanım?

"Sizin yaşam tarzınızı beğenmiyorlar!"

Dün bir gazetede Çevik Bir'in emniyette gözaltında tutulduğu sürede namaz kılmak için seccade istediğini ve günlük namazlarını aksatmadığına dair haberi görünce doğrusunu isterseniz bir tuhaf oldum!

Demek ki Çevik Bir ordudayken de namaz kılıyor olsaydı, 28 Şubat darbesini yapmayacak, yapamayacaktı! Çünkü bu halde "yaşam tarzından dolayı" Nevzat Tarhan gibi ordudan uzaklaştırılırdı...

(BUGÜN)