Dilimiz gitgide bir anlaşma vâsıtası olmakdan çıkarak bir anlaşamama vâsıtası hâline geliyor.” diye hayıflanırdı Peder. Bugün, ölümünden 36 yıl kadar sonra, düşünüyorum da pek haksız değilmiş gibime geliyor. Şu 19 Mayıs konusuna bakınız! Bilmeyen de sanır ki bir ölüm kalım meydan muhârebesi! Oysa söylenen ne? Deniliyor ki sâdece onu değil, bütün millî bayramlarımızı artık 1930’ların Faşist ve militarist gövde gösterileri olmakdan çıkararak aslî anlamlarına ircâ edelim. Birtakım stadlarda gençlerimize kol bacak sallatıp yağmurda çamurda yarısını öksürüklü tıksırıklı edeceğimize meselâ okulların ve üniversitelerin konferans salonlarına toplayıp uzmanlarla buluşturalım, sohbet etdirelim vs. vs....
Hayııır, siz bunu dememişsiniz de memleketi satma pazarlıklarına girişmişsiniz gibi bir alay “vatanperver” haddinizi bildirmek için kuyruğa giriyor. Sanki yurdseverlik onların inhisârında! Bu arada ortalık biraz durulup da bu hakkı kendilerinde neye dayanarak gördüklerini sorunca yine kızılca kıyâmet kopuyor. Şu “gericiler” aslında bayağı nâzik insanlar. Bir ayağa fırlayıp “Ulan, sizi bize sayıyla mı verdiler?” şeklinde esip gürleseler acabâ ne olacak?
Son zamanlarda pek moda olan bir “inceleme” konusu da Türkiye bölünür mü meselesi!
Bâzı arkadaşların, kaygılarında samîmî olduklarına emînim ama akıl var yakın var!
Hayır! O şâirin dediği üzere “Ölmez bu vatan! Farz-ı muhâl ölse de hattâ, Çekmez kürenin sırtı bu tâbût-u cesîmi!” kabîlinden hamâsî nutuklara başlayacak değilim. Diğer mübâlagalı değerlendirmelerden de sarf-ı nazar etmeyi doğru buluyorum. Ama önce bir Türkiye’ye ve bir de çevresindeki ülkelerin durumuna bakdıkdan sonra ilâveten bir de yıkılsa çevresine vereceği zarar ziyânı hesablamak bu ülkenin “behemehâl” ayakda kalması gerekdiğine yeterli delil değil mi?
Bana öyle geliyor ki Türkiye “Ben ille de yıkılmak, yokolmak istiyorum!” diye tepinse bırakmazlar. Bâzı Kürd yurddaşlarımızın ayrılma hayallerini de gerçi dikkatle notediyor, ama bir millî felâket olarak algılamıyorum. Türkiye’nin tam da enternasyonal kıstaslara göre “demokratik” bir ülke olmasına bir iki adım kala, bu ekonomik performansla ve bu perspektiflerle pupa yelken yolaldığı böyle bir ortamda bu yurddaşlarımız enâyi mi ki sonu hüsranla biteceği apâşikâre bir mâcerâya atılsınlar? Siz olsanız bu dalgalı denizde güvertede kalarak yepyeni ufuklara doğru ilerlemek yerine bir filika indirip gemiyi terk etmeyi tercîh eder misiniz?
Birileri bunları derd edinip tasalanırken ben de ayıp değil ya, yarın öbür gün Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye Türkiye’ye iltihâk ederse (edince!) bunlardan kaç il olacak, okul müfredâtı nasıl düzenlenecek filan gibi “sorunlarla” boğuşuyorum.
Türkiye bölünecekmiş!
Bölünsün de görelim bakalım!