Radikalinden ılımlısına tüm solu un ufak etti, darmadağın hale getirdi.
Solun bütün renkleri ağır bir saldırı altında kaldı.
Solcu sendikalar gitti...
Solcu her türlü örgütlenme, tarihe gömüldü.
* * *
12 Eylül sağı da ezip geçti.
Komünistlere karşı devleti koruyup kolladıklarını düşünen sağcı militanlar, Mamak zindanlarında işkencelerden geçirildi.
O zamana kadar kendilerini devletin yanında hizalamış ülkücüler, kendilerinin de solcu militanlarla birlikte işkenceden geçirildiklerini görünce acayip şaşırdılar.
Cezaevlerinde sorgulama yaptılar.
Bazısı dönüştü.
* * *
12 Eylül radikal İslamcıları da hoş görmedi.
Zaten darbe için gösterilen nedenlerden biri de MSP’nin Konya’da düzenlediği “Kudüs Mitingi” idi... MSP davası, Erbakan’ın yargılanması falan... Ancak radikal İslamcılar, o günlerde henüz güçlü değillerdi.
Bugün 12 Eylül’e dair anlatacak fazla “zulüm öyküleri” bulamamaları, biraz da bu nedenledir.
* * *
Bütün radikal unsurların sindirildiği 12 Eylül ortamında iki ideolojik yaklaşım ön plana çıkarıldı:
BİR: Atatürk milliyetçiliği...
İKİ: Türk-İslam sentezi ideolojisi...
12 Eylül zihniyetini oluşturanlar, “Kemalizm”in ta o zamanlarda bile toplumu kuşatıcı bir ideoloji olmaktan çıktığını fark etmişlerdi.
Bu yüzden de Atatürk milliyetçiliğinin yanı sıra “zararsız” ama “kuşatıcı” olacağını düşündükleri “Türk-İslam sentezi” fikrine alan açtılar.
Anarşiye karşı iyi ve sükûnetli bir toplum yaratmak için dört elle sarıldılar “Türk-İslam sentezi” ideolojisine...
Bu ideolojinin sol ideolojilere karşı bir kalkan vazifesi göreceğini de düşünüyorlardı.
Böylece...
“Atatürk milliyetçiliği” ile “Türk-İslam sentezi” buluştu.
- Bakınız: Aydınlar Ocağı ile darbeciler arasındaki sıkı ilişkiler...
- Bakınız: Kenan Evren’in dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın telkinlerine açık durması...
- Bakınız: Muhafazakâr akademisyenlerin üniversitelerde başat rol oynamaya başlamaları...
- Bakınız: PKK’ya karşı ayet ve hadislerin kullanılması girişimi...
- Bakınız: “Din kültürü ve ahlak felsefesi” okutacağız diye okullara fiilen zorunlu din derslerinin konması...
* * *
“Türk-İslam sentezi” fikri, muhafazakâr sağ bir ideolojidir.
Milli Görüş’le, radikal İslamcılık ile bir ilgisi yoktur.
Dolayısıyla...
12 Eylül’ün İslamcıların önünü açtığı iddiası, geçersiz bir iddiadır.
12 Eylül, “Türk-İslam sentezi” fikri ile “zararsız İslam”a ön açmıştır.
Fakat İslamcılık, darbecilerin öngördükleri ve çizdikleri sınırlar içinde kalmamıştır.
Buradan baktığımızda...
“AK Parti” için “12 Eylül’ün ürünü” ya da “12 Eylül’ün çocuğu” diyemeyiz.
* * *
Fakat şunları söyleyebiliriz:
Muhafazakâr sağın bütün unsurlarını kapsayan AK Parti’nin ideolojik çizgisi, giderek “Türk-İslam sentezi” fikrine doğru yaklaşmış durumda.
AK Parti’nin özellikle son dönemlerdeki ideolojik duruşu ile 12 Eylül’ün resmi ideolojisi arasında düşünsel bir akrabalık var.
- Bu akrabalığın izlerini Kürt sorununa yaklaşımda bulabiliriz.
- Bu akrabalığın izlerini dinsel söylemin bile önüne geçen milliyetçi söylemde bulabiliriz.
- Bu akrabalığın izlerini sola karşı uygulanan hoyrat politikalarda bulabiliriz.
- Bu akrabalığın izlerini dünün “Türk-İslam sentezcileri”nin, bugün AK Parti çatısı altında rahatlıkla kendilerine yer bulmalarında bulabiliriz.
* * *
AK Parti, bugün hazır 12 Eylül’le hesaplaşırken...
Bugünkü ideolojik tutumu ile 12 Eylül’ün ideolojik tutumu arasındaki düşünsel akrabalıkla da hesaplaşsa hiç fena olmaz.
12 Eylül’e destek veren Celâl Şengör’e üç itiraz
ÜNLÜ bilim adamı Celâl Şengör Hoca’nın “Kenan Evren Lehine Davaya Müdahil Olmak İstiyorum” başlıklı mektubunu bu köşede yayınladım.
Bugün de Celâl Şengör’ün mektubunda dile getirdiği hususlara itirazlarımı yazıyorum:
* * *
İTİRAZ BİR: Celâl Hocam, “12 Eylül günü bir rahatladık, bir rahatladık ki sorma gitsin” diyor ve bu konuda Kenan Evren’e duyduğunuz minnet hislerinizi ifade ediyorsunuz. 12 Eylül günü bir rahatlama olduğu doğrudur. Fakat hocam, söyler misiniz lütfen, 12 Eylül’den önce sıkıyönetim uygulamasının yürütücüsü olan Kenan Evren kumandasındaki ordu, anarşi ve terörü 11 Eylül gününe kadar neden durdurmadı? Neden sizi rahatlatmak için 12 Eylül gününe kadar bekledi. Yoksa “şartların olgunlaşması” mı beklendi? “Şartların olgunlaşması” beklenirken verilen kurbanlardan, şartların olgunlaşmasını bekleyenler de sorumlu değil midir?
İTİRAZ İKİ: “Darbeden sonra yapılan her fena işi darbeyi yapanlara atfetmek insaflı mıdır?” diye soruyorsunuz. İnsaflıdır hocam, insaflıdır! Şu nedenle insaflıdır: Diktatörler tırnak sökmezler, falakaya yatırmazlar, eşek sudan gelinceye kadar dayak atmazlar, elektrik vermezler, dışkı yedirmezler... Diktatörler bütün bunların yapılmasını sağlayacak atmosferi yaratırlar. Mesela bakınız: “Asmayalım da besleyelim mi?” açıklaması... Mesela bakınız: “Bir sağdan bir soldan astık” açıklaması... Darbeden sonra yapılan her fena işin darbeyi yapanlara atfedilmesindeki hikmet buradadır sevgili hocam...
İTİRAZ ÜÇ: Anayasa’ya verilen yüzde 92 desteğe gelince... Burada da şaşılacak, abartılacak ve darbeyi temize çıkaracak bir durum yok hocam... Anarşiden ve terörden bıkmış halk, anarşi ve teröre son veren darbenin anayasasına yüzde 92 oy verdi. Yani olay şöyle gelişti: Ordu, önce anarşi ve terörün azmasına, yapacağı darbeye zemin hazırlamak adına seyirci kaldı. Sonra müdahale etti. Anarşi ve terörü anında bitirdi. Halk da bu nedenle yüzde 92 oy verdi. Tek neden bu değil tabii ki... Propagandanın tek taraflılığı meselesi ile “şunlara oy verelim de gitsinler” duygusu da var işin içinde... Yani buradan da tutturmak pek kolay değil hocam...
Sinemada izlemek istediğim filmler
“3D” falan hikâye...
“Titanic” filmini sinemada izleme fırsatı bulamamış bir sinemasever olarak gidip kurulacağım sinema salonuna ve izleyeceğim “Titanic”i...
Minik ekranlarda izleyip de hayran kaldığım filmi, bir de dev perdede ve sinema salonunun sunduğu kendine özgü sosyalleşme imkânı içinde göreceğim.
Şahane bir durum bu...
* * *
Keşke bazı sinemalar, arada sırada “başyapıtlar haftası” başlığı altında gösterimler yapsa...
- Mesela “Fargo”yu yeniden izlesek sinemada...
- Mesela “Seven” hayranları olarak kurulsak koltuklara...
- Mesela “Ben-Hur” girse programa...
- Mesela “Baba 1” ve “Baba 2” gösterilse sinemalarda...
- Mesela “3D”ye falan gerek olmadan “Cesur Yürek” girse vizyona...
Ne dersiniz? Şahane olmaz mı?
Zaman içinde değişen cemaat isimlendirmeleri
- HER türlü atışın alabildiğine serbest olduğu dönemlerde “Fethullahçılar” denirdi.
- Sonra biraz daha kibar olsun diye “Gülenciler” denilmeye başlandı.
- Fethullah Gülen’in “Çok rica ediyorum benim adımın sonuna -cı, -cu ekleri koymayın” demesi ve bu doğrultuda sayısız talepte bulunmasının ardından “Gülen Hareketi” denilmeye başlandı.
- Bir güç elde edilmeye başlanmasının ardından “Cemaat” kelimesi yaygın bir şekilde kullanıma girdi.
- “Cemaat” kelimesinin her türlü cemaate işaret ettiği fark edilince “bu cemaat o cemaat” anlamına gelsin diye “The Cemaat” denmeye başlandı.
- Ekrem Dumanlı yeni bir tanım geliştirdi. “Camia” kelimesini önerdi.
- “Camia” kelimesi tutmayınca bu kez Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, yeni bir nitelemeyle ortaya çıktı: “Hizmet”.
Çok merak ediyorum:
Bakalım “Hizmet” kelimesi tutacak mı?
(Hürriyet)