Zülfü Bey demode bir romantizm penceresinden yazmış yazısını. Hâlbuki demesi gereken “twitter geldi ak koyun kara koyun” belli oldu... Mertlik esas şimdi test ediliyor! (Koyun yerine başka kelimeler koyabilirsiniz)
Köşe yazarı Ergun Babahan, maç sırasında gereksiz bir heyecana gelip yanındakinin kulağına söyleyeceği densiz lafı twitleyince işinden oldu.
Ne demişti? “Bu kupa ABD’ye girsin”. Neden demiş bunu? Gülen Cemaati’nin Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalıştığına dair şehir efsanesine dayanıp/güvenip böyle bir twit atmış. Twitini gören Todays Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş de yine twitter üzerinden “Sevgili arkadaşlar, Babahan’ın TZ’de haftada 2 yazısı yayınlanıyordu... Artık TZ tarihinde kötü bir hatıra olarak kalacağını deklere ediyorum” diyerek Babahan’ı anında kovdu. Twite twit.. Poker masası gibi!
Babahan’ın anlaşılan Star’daki köşesi de kalıcı değil. Zira dün izin istemiş okurlarından.. “Kafasını dinleyecekmiş”
Benim bildiğim, böyle anlarda izne çıkan pek geri dönmez. Döndürmezler. Ergun Bey bir hayli dinlenecek belli ki. Olympos dolayları hareketli bugünlerde. Yıkım döküm. Oraya gitsin. Oyalanır hem.
Hatırlarsanız, Ece Temelkuran da başta Twitter olmak üzere sosyal medyada gereğinden fazla aktif olduğu gerekçesiyle Habertürk’teki işinden çıkarılmıştı.
Yalan bir gerekçeydi elbette. Çok para verdiler, umduklarını bulamadılar, tehlikeli veya tehlikeli değilse bile uğraştırıcı, bunaltıcı buldular, kurtulmak istediler. Ama Twitter bahanesi pek güncel, pek çağdaş kaçıyordu. “Yöneticiler uyumuyor” havasını yaratmak için pek uygun bir sos.
Yetmiyormuş gibi, Yavuz Semerci bunu (yani sosyal medyaya gereğinden aktif olduğu için işten çıkarılmaları) onayladığını, aynı durumun gelişmiş ülkelerde de tartışıldığını yazdı. “Gazete, köşeciye fikirlerini gazeteye yazsın diye para ödüyor. Bir gün önce 20 tane twit atıp fikirlerini cümle âleme duyurursan ertesi gün adam niye gidip o gazeteyi alsın?”mış.
Bana sorarsanız çok rezilce bir argüman. Etime buduma sahip oldun, ruhumu da mı istiyorsun bre Allahsız?
Evet, istiyorlarmış. Geçmişteki ve gelecekteki bütün fikirlerimiz onlarınmış. İpotek altındaymışız meğer. Çok istiyorsak, etliye sütlüye dokunmadan kibar kibar takılacakmışız sosyal medyada... “Yarınki köşemde şunu yazdım bunu yazdım, alın okuyun”dan “tıklayın”dan öteye gitmeyecekmişiz. Öyle rakı sofrasında atıp tutmaya benzemiyormuş. Yanındakine söyleyip güldürdüğün bir söz twittere girince sana “çıkış kağıdı” olarak girebiliyormuş. Zira twitterda “Abi valla söylemedim ben öyle bir şey” şeklindeki konvansiyonel inkâr yöntemleri işe yaramıyor. Silsen de twitin nal gibi kayda geçiyor. Bir samimi twit bütün kibarlık/yalakalık/yaranmacılık dağlarını yıkar! Sen o kadar yıl köşe yaz, 140 karakter bile olmayan bir twitin seni harcasın!
Fakat bütün bunların ışığında acıklı bir gerçeği de gördük: 3000-4000 karakterlik yazılar pekâlâ 140 karaktere düşebiliyormuş. 140 karakterle de meramını anlatabiliyormuş insanlar. Hatta kendilerini kovduracak kadar!
Ama daha fecisi ve esas dikkate alınması gereken ise şu:
Otopark gibi alanlarda, bol satır başı, bol paragraf başı, bol üç nokta, yetmedi üç yıldızlarla, yetmezse son paragrafı kutu yaparak “şişirilen” laf ebesi yazıların artık sonu gelmiştir. Yok 5. sayfadayım, yok 5 sütuna 30 santim yerim var diye caka satmanın, kokuşmuş, bayat fikirleri, fikir görünümündeki klişeleri satmanın devri bitti. Millet bir şey diyor musun diye bakıyor. İster düşük ister yüksek. Bir şey diyor musun baba? Demiyorsan “unfollow”. Sadece bir saniyede çöptesin. Çok sert ha!?
Bütün bu “unfollow edilebilme” “işten atılabilme” “köşenden olma” endişelerine rağmen içinden geleni takır takır yazabiliyorsan işte o zaman mert kişisindir. Ve görüyorum ki sadece bağımsızlar, işsizler, umursamazlar, gamsızlar şahane twitler atıyor. Bir de atılmak isteyenler. Cami duvarına.. hesabı..
(Vatan gazetesinden alınmıştır)