Kaçıncı dönem bilemiyorum ama çocuklarımız bugünlerde askere gidiyor.

Bizim buralarda akşamları yer yerinden oynuyor. Yapılan şey "asker uğurlaması" mı yoksa bu çocuklar bir şenliğe, bir düğüne mi gidiyor belli değil. Bu konudaki bazı saptamalarımı ve duygularımı sizlerle bir sonraki yazımda paylaşmak istiyorum. Zira bugünkü yazımda İsrail'le ilgili düşüncelerimi ve Mavi Marmara baskını hakkındaki değerlendirmelerimi yazacağıma söz vermiştim.

***

İsrail günümüzde "ırkçılığını" açıkça dile getiren tek bağımsız devlet. Uydurma bir "vadedilmiş toprak" efsanesini yüzyıllarca yaşatıp sonunda 1. Dünya Savaşı koşullarından ve Filistin halkını ateşe atan ortak Arap genelkurmayının akılsız planlarıyla sözde vadedilmiş o topraklarda kurulan bir devlet özelliğini taşıyor.

İsrail'in kuruluşunun öyküsünü anlatacak değilim. Fakat özellikle 2. Dünya Savaşı'nın acılarını çok yakından çekmiş Yahudiler'in o (sözde olsa bile) vadedilmiş topraklara kene gibi nasıl yapıştıklarını okumak bana bugün bile heyecan verir. "Kibbutz" adını verdikleri ortak üretim ve tüketim birimlerinde özellikle çocukları eğitmek ve mutlu etmek konusundaki gayretleri gerçekten övgüye değer. Fakat kene gibi yapıştıkları o topraklar boş değildi. Orada bir halk, "Filistin halkı" tarihin bilebildiğimiz en eski evrelerinden beri yaşamaktaydı.

İsrail çevresinde kendini denize dökme konusunda yeminli Arap devletleriyle birlikte yaşamını sürdürdü ve 1967'de çok belirleyici bir savaşla, durumu inanılmaz bir biçimde düzeltti. O zamanki Sovyetler Bilrliği'nin müthiş askeri yardımını alan Mısır ve Suriye'yi dize çöktürerek, Gazze ve Golan tepelerini aldı. Gene aynı savaş çerçevesinde Ürdün'ün elinde bulunan Doğu Kudüs ve Batı Şeria'yı da aldı.

1967 sonrasında İsrail, 1967 sınırlarına dönmeyi asla kabul etmedi. Zira Kudüs'ten vazgeçmesi neredeyse düşünülemezdi. Sonunda bir bölümü Gazze'de, bir bölümü Batı Şeria'da bir Filistin devleti kuruldu ama Nasrettin Hoca'nın "kar helvası" misali bu Filistin devletini kuranlar da kurdukları devleti beğenmediler.

***

Fakat İsrail, Gazze koridorundaki bu devlet parçasına da tahammül edemiyor. Başta İran olmak üzere dış ülkelerle olan ilişkilerinden ötürü Gazze'yi abluka altında tutuyor.

Bu ablukanın insanlık dışı olduğu konusunda kimsenin tereddüdü olmasa gerek. Ve başta Mısır olmak üzere Arap devletlerinin en azından insani yardım konusundaki tutukluklarını anlamak da mümkün değil. Meseleyi bir Sünni-Şii farklılığı olarak almak da çok yanlış.

İşte olaylar böyle gelişirken uluslar arası bir grup Gazze'ye yardım götürmeye niyetlendi. Biz konuyu sadece "Mavi Marmara" olarak isimlendiriyoruz ama aslında çok sayıda gemiden oluşan bir filo yola çıkmıştı.

Bu filo bir biçimde "devlet destekli" olmakla birlikte Türkiye'nin örgütlediği bir filo değildi. Ancak kendini, özellikle "Doğu Akdeniz'in efesi" zanneden İsrail, bu filoyu Türkiye Cumhuriyeti'nin bir filosu olarak görüyordu. Dışişleri Bakanı'nın büyükelçimize yaptığı saygısızlığı utanmadan şaka olarak değerlendiren İsrail'in, bu şımarıklığının nerelere kadar uzanacağı merak edilirken, Mavi Marmara baskını bunun sınırsızlığını ortaya koydu. Elbette ABD'ye ve onun etkisindeki BM'ye güvenerek...

Hiçbir biçimde silah vb. taşımadığı anlaşılan ve salt "insani yardım" amacıyla Gazze'ye doğru yola çıkan bir filoya uluslar arası sularda saldırmak, ne demek? İsrail'e yaklaşık 100 kilometre uzaktayken ve kimi kaynaklara göre rotasını Mısır'a doğru çevirmişken...

Türkiye orantısız güç kullanımı nedeniyle şehit olan 9 vatandaşı için tazminat ve Türkiye'den özür talebinde son derece haklıdır. Aksi takdirde İsrail'le ilişkiler düzelmeyecektir ki bundan da Türkiye'den çok İsrail zarar görecektir.

Temel bazı konularda anlaşamasak bile Türkiye'nin dostluğu İsrail için yaşam güvencesi idi. BM'nin neredeyse İsrail ağzıyla kaleme aldığı raporu sonrasında aklı başında kimi İsrailliler'in rahat uyuyamadıklarına eminim. BM raporunun neredeyse Gazze ablukasının "aklaması" da bir uluslar arası hukuk kepazeliği olarak sırıtıyor.

Ne diyelim, "kendi düşen ağlamaz..."