Zamanında Lig TV’deki Beşiktaş yorumcularına bakıp, Şansal Büyüka’ya şöyle sormuştum:
-”Lig TV’de Beşiktaş yorumcusu olmak için, bir zamanlar mutlaka Fenerbahçe’de oynamış olmak şart mıdır?..”
Neyse o günler geçti şimdi İbrahim Üzülmez kardeşimizle Beşiktaş yorumculuğu işini hallettiler, futbol servisindeki arkadaşlar!..
Önceki gün basketbol play-off yarı final maçını izliyorum...
Beşiktaş Milangaz-Galatasaray Medical Park karşısında 2-1 önde, maçı alırsa finale çıkacak...
Buraya gelene kadar Beşiktaş Milangaz Euro Challenge Kupası’nı almış...
Türkiye Kupası’nı kazanmış...
Bir sezonda rekora koşuyor üçüncü kupayı almaya gidiyor...
Basketbolda Avrupa dahil sezonun kahramanı Beşiktaş Milangaz...
***
Şimdi böyle bir maçın anlatımında ne beklersiniz?..
Basket maçı anlatımlarında hasta Fenerbahçeli görünen Murat Murathanoğlu maçın doğal spikeri...
Yanına, maçın önemine binaen iki yorumcu koymuşlar...
Doğru bir karar...
Peki kim bu iki yorumcu?..
Biri Galatasaray takımının sembol oyuncusu, kaptanı Nur Germen...
Diğeri yorumlarından, Galatasaray’a koç olması gerektiğini anladığımız Yiğiter Uluer...
Yiğiter kardeşim bir ara heyecandan ipin ucunu öyle bir kaçırdı ki, Galatasaray’a taktik vermeye başladı açıktan...
Beşiktaş’a karşı nasıl oynaması gerektiğini söylüyor, bir ara kendi de ipin ucunu kaçırdığını farketti, Beşiktaş falan diyerek dengelemeye gitti...
Nur Germen ne de olsa sporcu...
Neyi ne kadar yorumlayacağını biliyor, topa çok fazla girmemeye özen gösteriyor...
Galatasaray’ın yıllarca kaptanlığını yapmasına karşın, bir parça objektif olma kaygısı güdüyor...
Yiğiter kardeşimde o da yok...
Abandıkça abanıyor Galatasaray adına maça...
***
Artık Şansal Büyüka’ya sormayacağım, çünkü “Benim Lig TV’nin yönetimiyle bir bağım yok... Maraton’u yapıp gidiyorum” diyor...
O zaman Lig TV’nin basketbolunu yönetenlere sorayım...
-”Arkadaş böyle bir maç öncesi, hiç mi Beşiktaş basketbol takımının efsanevi isimlerinden birini yorumcu olarak almak aklınıza gelmedi?.. Ayıp değil mi?.. Lig TV’de yorumcu olmak için illa ki Fenerbahçeli veya Galatasaraylı olma şartı mı var?..”
Digitürk’ün Genel Müdürü Ertan kardeşim...
Kimseyi şikayet edip işinden gücünden etmem...
Fakat tek bir sezonda Euro Challenge, Türkiye Kupası ve Lig Şampiyonluğu toplam üç kupaya giden koskoca bir takımın haklarının göz göre göre bu kadar ezilmesine de sessiz kalamam!..
Şansal Büyüka’ya birşey sormayacağım dedim ama yine ona söyleyeyim bari:
-”NTV’de spor spikeri Sine Büyüka var... Sevgili kızın Şansal Abi... Bir zahmet kızından rica et de, Lig TV’ye Beşiktaş basket takımından efsane bir sporcu versin... NTV’deki programlarında o çıkartıyor ve herkese eşit davranıyor çünkü!..”
*****
CEHENNEMDE ÜÇ MEVSİM...
Sol’un kendi içindeki şiddeti sorgulamayan, bir bakış açısı hayatı doğru okumaz...
Stalin’i sorgulamayan, sadece 68’de değil, daha öncesinde de Çekoslovakya’da ve genelde doğu blokunda yaşananlarla hesaplaşmayan bir bakışın insancıllığı, demokratlığı ve sosyalistliği tartışılır...
Cehennemde Üç Mevsim, 1947 yılının Çekoslovakya’sıda 19 yaşında kural dışı bir şairin başına gelenleri, aşk, edebiyat, siyaset üçgeninde değerlendiriyor...
Digitürk festival filmleri kuşağında gösterilen film, çok erotik bir aşk macerasını da tarihi olayların dokusunun içine yerleştirmiş...
Prag’da geçen Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği‘nden sonra ikinci Prag dönem filmi Cehennemde Üç Mevsim...
***
Genç ve cezbedici bir genç kadının, 19 yaşında kural tanımayan, sosyalist olduğunu söyleyen genç bir şairle erotik tetiklenmeyle başlayan muhteşem aşk hikayesinin iniş ve çıkışlarını ve zikzaklarını izliyoruz...
Çekoslovakya’daki rejimin korkunç katı kuralları ve şairi hapse götüren öyküsüyle birlikte...
Stalinizmi ve kendi içindeki şiddeti sorgulayamayan ‘sol’, emperyalizmin kan dökücü tavrını suçlayabilir...
Ancak mahkum edemez...
Mahkum edebilmesi ancak, kendisinin şiddetten arındırılmış gerçek bir demokrasinin özünü benimsemesiyle mümkündür...
***
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği de, Cehennemde Üç Mevsim de “sosyalist rejimlerin nasıl birer polis rejimine dönüştüğünü gösteren” mükemmel örnekler...
İçlerinde yoğun erotizmden beslenen inişli çıkışlı muhteşem aşk hikayeleri, filmleri yaşayan bir hikaye haline getiriyor...
Cehennemde Üç mevsim’i mutlaka Digitürk festival kanallarından izleyin...
Sonra gidip Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin DVD’sini alıp onu da izleyin...
Sonra biraz Camus’yle, Sartre arasında yaşanan geçmiş bir sosyalizm tartışmasına göz gezdirin...
Ne kadar sosyalist çıkarsınız bu çalışmadan bilemem ama, inanılmaz bir insani haz alırsınız bu entellektüel uğraştan...
İnsan olduğunuzu ta içinizde hissederek...
*****
GÜNÜN SÖZÜ...
“ŞARTLANMALARINIZI YOK ETTİĞİNİZDE SAF GERÇEĞE ULAŞIRSINIZ...”
“İnsan beyni doğuştan her türlü bilgiye açıktır...
Tıpkı boş bir teyp bandı gibi...
Sonra ilk verilen bu banda kaydolmaya başlar...
Bir şeye dokunur...
Annesi ‘O sıcak’ der...
O bilir ki beynine ulaşan o impalsın (impulse) adı sıcaktır!..
Sonra benzer bir dalga beyne ulaşınca, beyin hemen hükmü verir: ‘Sıcak’!..
Sonra ‘soğuk’, Sonra ‘sert’, sonra ‘iyi’, sonra ‘kötü...’
Sonra daha komplike (karmaşık) veriler...
Ve nihayet bu programlama istikametinde oluşur beyin...
Eğer araştırma, düşünme, değerlendirme evreleri bu beyinde faaliyete geçmemiş ise, artık o kişi tamamiyle ‘şartlanmalarıyla ve güdüsel dürtüleriyle’ yaşar...
Toplumun programlamış olduğu bir ‘robot’ olarak geçer gider DÜNYADAN...
Ancak bundan da daha önemli bir nokta var...
İnsan adını almış varlığın ne olduğunu bilmeden, onun hangi şartlar altında ve nasıl şartlandığını bilebilmek mümkün değildir...
Onun için isterseniz önce ‘insan’ denilen varlığın gerçek yapısı üzerine eğilelim ve ondan sonra onun şartlanmalarının nasıl meydana geldiği üzerinde duralım...
***
Şartlanma böyük pörçük bilgi kırıntılarından, kıyaslama yoluyla kendi anlayışına göre bir hüküm çıkartıp, bunu başkalarına empoze ederek, onları da o bilgilerle kayıt altına almadır...
***
Şartlanmaya dayanan birikim, komplike (karmaşık) bir sistem değildir ve cevabı verilemeyen pekçok soruyu ihtiva eder (içerir)...
O zaman bu soruların cevabının verilemediği söylenir...
Oysa şartlanmalardan doğan bilgilerle değil, ‘saf gerçeklerle’ yürürseniz, komplike bir sistemle karşılaşırsınız ki, bu yoldan sonuca ulaşan bir kişinin cevabını veremeyeceği bir soru kalmaz...
***
Şartlanmış bir insan tek noktaya doğru derinleşen sorular karşısında bir noktada takılır kalır ve cevap veremez hale gelir...
Gerçeği bulmuş kişinin ise cevap veremeyeceği bir nokta olmaz... Ne kadar derine dalsanız, o ölçüde cevapla karşılaşırsınız...”
Ahmed Hulusi’nin Evrensel Sırlar kitabından...
(Vatan gazetesinden alınmıştır)
-”Lig TV’de Beşiktaş yorumcusu olmak için, bir zamanlar mutlaka Fenerbahçe’de oynamış olmak şart mıdır?..”
Neyse o günler geçti şimdi İbrahim Üzülmez kardeşimizle Beşiktaş yorumculuğu işini hallettiler, futbol servisindeki arkadaşlar!..
Önceki gün basketbol play-off yarı final maçını izliyorum...
Beşiktaş Milangaz-Galatasaray Medical Park karşısında 2-1 önde, maçı alırsa finale çıkacak...
Buraya gelene kadar Beşiktaş Milangaz Euro Challenge Kupası’nı almış...
Türkiye Kupası’nı kazanmış...
Bir sezonda rekora koşuyor üçüncü kupayı almaya gidiyor...
Basketbolda Avrupa dahil sezonun kahramanı Beşiktaş Milangaz...
Şimdi böyle bir maçın anlatımında ne beklersiniz?..
Basket maçı anlatımlarında hasta Fenerbahçeli görünen Murat Murathanoğlu maçın doğal spikeri...
Yanına, maçın önemine binaen iki yorumcu koymuşlar...
Doğru bir karar...
Peki kim bu iki yorumcu?..
Biri Galatasaray takımının sembol oyuncusu, kaptanı Nur Germen...
Diğeri yorumlarından, Galatasaray’a koç olması gerektiğini anladığımız Yiğiter Uluer...
Yiğiter kardeşim bir ara heyecandan ipin ucunu öyle bir kaçırdı ki, Galatasaray’a taktik vermeye başladı açıktan...
Beşiktaş’a karşı nasıl oynaması gerektiğini söylüyor, bir ara kendi de ipin ucunu kaçırdığını farketti, Beşiktaş falan diyerek dengelemeye gitti...
Nur Germen ne de olsa sporcu...
Neyi ne kadar yorumlayacağını biliyor, topa çok fazla girmemeye özen gösteriyor...
Galatasaray’ın yıllarca kaptanlığını yapmasına karşın, bir parça objektif olma kaygısı güdüyor...
Yiğiter kardeşimde o da yok...
Abandıkça abanıyor Galatasaray adına maça...
Artık Şansal Büyüka’ya sormayacağım, çünkü “Benim Lig TV’nin yönetimiyle bir bağım yok... Maraton’u yapıp gidiyorum” diyor...
O zaman Lig TV’nin basketbolunu yönetenlere sorayım...
-”Arkadaş böyle bir maç öncesi, hiç mi Beşiktaş basketbol takımının efsanevi isimlerinden birini yorumcu olarak almak aklınıza gelmedi?.. Ayıp değil mi?.. Lig TV’de yorumcu olmak için illa ki Fenerbahçeli veya Galatasaraylı olma şartı mı var?..”
Digitürk’ün Genel Müdürü Ertan kardeşim...
Kimseyi şikayet edip işinden gücünden etmem...
Fakat tek bir sezonda Euro Challenge, Türkiye Kupası ve Lig Şampiyonluğu toplam üç kupaya giden koskoca bir takımın haklarının göz göre göre bu kadar ezilmesine de sessiz kalamam!..
Şansal Büyüka’ya birşey sormayacağım dedim ama yine ona söyleyeyim bari:
-”NTV’de spor spikeri Sine Büyüka var... Sevgili kızın Şansal Abi... Bir zahmet kızından rica et de, Lig TV’ye Beşiktaş basket takımından efsane bir sporcu versin... NTV’deki programlarında o çıkartıyor ve herkese eşit davranıyor çünkü!..”
CEHENNEMDE ÜÇ MEVSİM...
Sol’un kendi içindeki şiddeti sorgulamayan, bir bakış açısı hayatı doğru okumaz...
Stalin’i sorgulamayan, sadece 68’de değil, daha öncesinde de Çekoslovakya’da ve genelde doğu blokunda yaşananlarla hesaplaşmayan bir bakışın insancıllığı, demokratlığı ve sosyalistliği tartışılır...
Cehennemde Üç Mevsim, 1947 yılının Çekoslovakya’sıda 19 yaşında kural dışı bir şairin başına gelenleri, aşk, edebiyat, siyaset üçgeninde değerlendiriyor...
Digitürk festival filmleri kuşağında gösterilen film, çok erotik bir aşk macerasını da tarihi olayların dokusunun içine yerleştirmiş...
Prag’da geçen Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği‘nden sonra ikinci Prag dönem filmi Cehennemde Üç Mevsim...
Genç ve cezbedici bir genç kadının, 19 yaşında kural tanımayan, sosyalist olduğunu söyleyen genç bir şairle erotik tetiklenmeyle başlayan muhteşem aşk hikayesinin iniş ve çıkışlarını ve zikzaklarını izliyoruz...
Çekoslovakya’daki rejimin korkunç katı kuralları ve şairi hapse götüren öyküsüyle birlikte...
Stalinizmi ve kendi içindeki şiddeti sorgulayamayan ‘sol’, emperyalizmin kan dökücü tavrını suçlayabilir...
Ancak mahkum edemez...
Mahkum edebilmesi ancak, kendisinin şiddetten arındırılmış gerçek bir demokrasinin özünü benimsemesiyle mümkündür...
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği de, Cehennemde Üç Mevsim de “sosyalist rejimlerin nasıl birer polis rejimine dönüştüğünü gösteren” mükemmel örnekler...
İçlerinde yoğun erotizmden beslenen inişli çıkışlı muhteşem aşk hikayeleri, filmleri yaşayan bir hikaye haline getiriyor...
Cehennemde Üç mevsim’i mutlaka Digitürk festival kanallarından izleyin...
Sonra gidip Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin DVD’sini alıp onu da izleyin...
Sonra biraz Camus’yle, Sartre arasında yaşanan geçmiş bir sosyalizm tartışmasına göz gezdirin...
Ne kadar sosyalist çıkarsınız bu çalışmadan bilemem ama, inanılmaz bir insani haz alırsınız bu entellektüel uğraştan...
İnsan olduğunuzu ta içinizde hissederek...
GÜNÜN SÖZÜ...
“ŞARTLANMALARINIZI YOK ETTİĞİNİZDE SAF GERÇEĞE ULAŞIRSINIZ...”
“İnsan beyni doğuştan her türlü bilgiye açıktır...
Tıpkı boş bir teyp bandı gibi...
Sonra ilk verilen bu banda kaydolmaya başlar...
Bir şeye dokunur...
Annesi ‘O sıcak’ der...
O bilir ki beynine ulaşan o impalsın (impulse) adı sıcaktır!..
Sonra benzer bir dalga beyne ulaşınca, beyin hemen hükmü verir: ‘Sıcak’!..
Sonra ‘soğuk’, Sonra ‘sert’, sonra ‘iyi’, sonra ‘kötü...’
Sonra daha komplike (karmaşık) veriler...
Ve nihayet bu programlama istikametinde oluşur beyin...
Eğer araştırma, düşünme, değerlendirme evreleri bu beyinde faaliyete geçmemiş ise, artık o kişi tamamiyle ‘şartlanmalarıyla ve güdüsel dürtüleriyle’ yaşar...
Toplumun programlamış olduğu bir ‘robot’ olarak geçer gider DÜNYADAN...
Ancak bundan da daha önemli bir nokta var...
İnsan adını almış varlığın ne olduğunu bilmeden, onun hangi şartlar altında ve nasıl şartlandığını bilebilmek mümkün değildir...
Onun için isterseniz önce ‘insan’ denilen varlığın gerçek yapısı üzerine eğilelim ve ondan sonra onun şartlanmalarının nasıl meydana geldiği üzerinde duralım...
Şartlanma böyük pörçük bilgi kırıntılarından, kıyaslama yoluyla kendi anlayışına göre bir hüküm çıkartıp, bunu başkalarına empoze ederek, onları da o bilgilerle kayıt altına almadır...
Şartlanmaya dayanan birikim, komplike (karmaşık) bir sistem değildir ve cevabı verilemeyen pekçok soruyu ihtiva eder (içerir)...
O zaman bu soruların cevabının verilemediği söylenir...
Oysa şartlanmalardan doğan bilgilerle değil, ‘saf gerçeklerle’ yürürseniz, komplike bir sistemle karşılaşırsınız ki, bu yoldan sonuca ulaşan bir kişinin cevabını veremeyeceği bir soru kalmaz...
Şartlanmış bir insan tek noktaya doğru derinleşen sorular karşısında bir noktada takılır kalır ve cevap veremez hale gelir...
Gerçeği bulmuş kişinin ise cevap veremeyeceği bir nokta olmaz... Ne kadar derine dalsanız, o ölçüde cevapla karşılaşırsınız...”
Ahmed Hulusi’nin Evrensel Sırlar kitabından...
(Vatan gazetesinden alınmıştır)