KKTC'de genellikle sessiz çoğunluk pek sesini çıkarmaz, bıçak kemiğe dayanana kadar. Hatta biraz da kanatmasını bekler bıçağın, ses vermek için.

 

 Birde marjinal gruplar ve Sivil Toplum Örgütleri vardır, hiç durmadan konuşup, medyaya açıklama yapan... Öyle bir izlenim yaratmaya çalışırlar ki sanki de bütün KKTC onların arkasında ve onlar ne derlerse bütün KKTC vatandaşları onaylamaktadır.

 

Bu marjinal grupların desteklediği siyasi partiler milletvekilliği seçimlerine her girdiklerinde boylarının ölçüsünü alırlar ve yerlerine otururlar. Bırakın KKTC Meclisi’ne milletvekili sokmayı ve seçim barajını aşmayı, aldıkları oyların toplamı en küçük tek haneli sayıyı ya geçer ya geçmez veya oralarda dolaşır.

 

Türkiye orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun 17 Ekim perşembe günü Türkiye'den KKTC'ye, deniz yüzeyinden 250 metre aşağıya boruları asarak su taşıyacak proje ile ilgili olarak söylediği "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni göbeğimizden anavatana bağlayacağız" açıklamasını, KKTC vatandaşlarının büyük bir çoğunluğunun desteklemesi ve takdirle karşılamasına rağmen bazı marjinal gruplar olağan Türkiye karşıtı açıklamalarını yaptılar hemen.

 

Açıklama yapan örgüt sözcüleri, Türkiye'ye kordon bağı ile bağlanmak yerine Rumlarla Federasyon kurmak istediklerini dile getirdiler, anavatan Türkiye'nin neredeyse 1878 yılında adanın İngilizlere kiralanmasından beri ne pahasına olursa olsun Kıbrıs Türk halkını hamisiz bırakmama ve kanatları altına alma çabalarına rağmen.  

 

Tesadüfe bakın ki birkaç gün evvel Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Maliye ve Dışişleri Bakanları ayrı ayrı yerlerde ama senkronize bir şekilde "Kıbrıs Müzakerelerini sonuçlandırmak için Türkiye ile görüşmek istediklerini ve Kıbrıs sorununun da ancak bu yöntemle çözülebileceğini" açıkladılar. 

 

Bu iki Rum Bakanın yaptığı açıklama hiçte tesadüf değil. Şubat 2013 tarihinde Rum Cumhurbaşkanı seçilen Nikos Anastasiades'in niye hala daha KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ile müzakere masasına oturmadığını ve süreci bilinçli bir şekilde uzattığını net bir şekilde açıklamakta gerçekte.

 

Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri muhatap kabul etmediklerini daha evvel beden dilleri ile ima etmeğe çalışmışlardı ama artık muhatap olarak görmek istemediklerini alenen, açık ve net bir şekilde ortaya koymaya başladılar. Bunu bir eylem planına dönüştürdüler ve dostlarına kabul ettirilmesi gereken bir politika olarak benimsediler.  Şimdi de fiilen uygulamaya koydular.

 

Rumların akıllarında BM'nin Kıbrıs Müktesebatı içinde yer alan "İki kesimli, iki bölgeli, siyaseten eşit iki halkın oluşturduğu politik olarak aynı statüde iki Federal devletten oluşan Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti"ni kurmak gibi bir hedef ve düşünce yok. Anastasiades’in geçenlerde dile getirdiği gibi 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında bazı değişiklikler yapılarak Kıbrıslı Türklerin, mevcut AB üyesi ve BM tarafından tanınan, Rumlar tarafından 1963 yılında silah zoru ile gasp edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti’ne katılımı var sadece. 

 

Bu nedenle Kıbrıs Rum Yönetimi Maliye ve Dışişleri bakanlarının aynı gün yaptıkları “Kıbrıs sorununu Türkiye ile müzakere edip çözmek istiyoruz” açıklaması gerçekte Kıbrıslı Türklere "Siz bizim muhatabımız değil, devletimiz içindeki azınlıksınız. Size, Ermeni’lere, Latin’lere ve Maronit’lere verdiğimiz azınlık haklarından başka verebileceğimiz hiç bir hak yoktur, ortağımız ise asla olamazsınız" manasındadır.

 

Rumlarla, Federal bir devlet altında ortak bir yaşam kurmak isteyenlerin Şubat 2013’de seçilen yeni Rum Cumhurbaşkanındaki “Kıbrıs sorununa çözüm getirme doğrultusundaki (!)” kulvar değişikliğinin ve Rum siyasilerde de bu yönde başlayan değişimin farkına varmaları gerekmektedir.

 

Çok ciddi bir siyasi sorunun ve değişikliğin eşiğinde olduğumuz kesin...