Okurlar özellikle perde arkası haber ve yazıları çok hızlı satın alıyor. Belki gerçek istikameti gösterdiği için, belki de doğru bilinen yanlışları yıktığı için talep patlaması oluyor. Bir de yıllarca gerçeklerin halktan saklandığını düşününce NEDEN-SONUÇ ilişkisini rahatlıkla kurabiliyorsunuz...
CHP'de çok anlaşılmış bir yapı değildir. Atatürk'ten sonra partinin nasıl farklılaştığı, asıl egemenin kim olduğu, kimlerle ilişki kurulduğu, yurtdışı bağlantıları gibi konular çok konuşulmadı. Merkez Medya zaten bu topa girmez. Sistemin devamını isteyen ve bunun için uğraşan bütün aktörler susar...
Muhafazakar basında birileri çıksa da sesini duyuramaz. Bütün tartışmalar KAMPLAŞMA şeklinde yürüdüğü için kimin ne dediği de anlaşılamaz!
Kemal Bey'in son günlerdeki çıkışlarını yan yana koydum.
Ortada farklı bir CHP duruyordu.
İstikamet de alışılmışın dışındaydı!
Neden?
Cumhuriyet'in harcı olan parti nasıl oluyor da SAHİLLERDEKİ insanların tansiyonunu fırlatacak işlere soyunuyordu. Bu rota değişikliğinin sebebi neydi? Buna karşın AK Parti ne istiyor, nereye koşuyordu? MHP hangi yörüngede ilerliyordu? Liderlerin sırtladığı misyon neydi?
Soru çok... Cevap yetiştirmek hiç kolay değil.
Dünkü "Atilla Prensibi" yazısından sonra çok sayıda okur merakla "Neler olup bitiyor?, Türkiye savaşa mı gidiyor?, PKK devletini kurdu mu?" diye sordu.
Bu çağ, gerçeğe aktarmasız ulaşmanın çağıydı. Kimse arada bir istasyon istemiyordu. Sorular bu açlığı ortaya koyuyordu.
Tabii bu kadar bilgi bombardımanı yaşanırken bir ülkenin kaderini etkileyen kararların halka ulaşamaması gerçekten akıl alır gibi değildi...
Gazetecilerin büyük bir bölümü kendi şahsi işlerini takiple meşgul olduğu için haber yapmaya sıra gelmiyordu! Hal böyle olunca da ne Türkiye'yi ne de bölgeyi anlayabiliyorduk!
İsterseniz gelin kısaca yukarıdaki sorulara cevap bulmaya çalışalım. Tek tek gidersek belki derdimizi daha iyi anlatırız...
2002'de AK Parti iktidara geldi. Son faili meçhul olan Necip Hablemitoğlu cinayeti işlendi.
Çiçeği burnunda hükümet "asker rahatsız" haberleriyle yıpratıldı.
1 Mart Tezkeresi, Meclis'e geldi. Kabul edilmedi. ABD'nin isteğiyle 28 Şubat'ı yapan askerlere kızan diğer askerler, kazan kaldırdı!
Daha önceden tohumları atılan milli hareket giderek güçlendi. "Çekirdek devlet" hükümete destek verdi.
Devlet içinde temizlenmesi gereken unsurlar tespit edildi. Bu çalışma sürerken gözdağı vermek için Danıştay baskını gerçekleşti.
Cumhurbaşkanı kriziyle son yumruk atıldı. Ama yumruğu sallayan düştü!
Hükümet, MİT ve Asker tek yürek oldu.
Ergenekon dalgaları gelmeye başladı. Türkiye "UR"larından kurtulurken, araya kirli eller yine girdi. Temiz isimler de dalgalarda kirlilere kurban verildi.
Türkiye DARBELERİ silip atarken Arap Baharı başladı.
Nerede duracağı belli olmayan baharı önceden gören Yeni Ankara gereken önlemi aldı.
Enerji, nüfus ve cari açık gibi üç dev problemle boğuşan Ankara, karşısında tarihi düşmanlarını buldu. Ve görünmeyen SAVAŞ, kapalı kapılar ardında başladı...
Kabaca son 10 yılda bunları yaşadık. Devlet kendi içini temizlerken, bu sınırlar içine hapsolamayacağını gördü. Bütün enerji kaynaklarına yakın olup avucunu yalayan başka ülke yoktu.
Bu böyle gidemezdi!
Genleşme şarttı!
Start verildi. Bir gecede yıllarca sırtımızı döndüğümüz Ortadoğu, tekrar keşfedildi. Eski DİLİ geri getirildi. İçeride İsrail'e dost olan eski devletin yıkıldığı ilan edildi. Türk Bayrağı'yla bölgeye inildi. Bunları yaparken dışarıdan beslenen PKK'yı bitirmek için kollar sıvandı. Gizli görüşmelerle çözüm için masaya oturuldu. Ama İNGİLİZLER görüşmeleri sızdırınca iletişim kesildi. Yenilen bu gol dışarıdaki mücadelenin içeride de şart olduğunu gösterdi.
Taraflar netleşti. Bir yanda Yeni Türkiye, diğer yanda CHP, TÜSİAD, Merkez Medya ve bazı gönüllü hareketleri vardı.
Artık geri dönüş yoktu. MİT krizi bardağı taşıran son damla oldu. Kılıçlar çekildi.
Buraya kadar tamam!
Peki bütün bunların sebebi neydi?
Cumhuriyet kurulurken İNGİLİZLER Misak-ı Milli'yi sopa gibi kullandılar. Savaşacak halimiz yoktu. Kabul ettik. Ve neredeyse 100 yıldır bundan vazgeçmediler... Büyüyen Türkiye, bölgeyle aynı dili konuşan Türkiye, İngiltere, İsrail ve ABD'nin önemli bir kesimi (Neo-Conlar) için büyük sorundu!
İçe kapalı ekonomik krizlerle sırtı yere yapıştırılan bir ülkeyi kaybetmek istemiyorlardı. En büyük mağlubiyetlerini AK Parti'yi kapatma davasında aldılar. İlker Başbuğ'un ısrarıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı kontenjanı olan üyenin "EVET" demesiyle oyunları bozuldu!
Savaş içeride bütün hızıyla sürüyordu.
Bir yanda Büyük Türkiye için çalışanlar diğer yanda Misak-ı Milli dışına taşmak istemeyenler...
Yeni Türkiye ve AK Parti büyümek için çırpınırken diğer unsurlar EL FRENİNİ çekiyordu.
Kemal Bey, CHP'yi farklılaştırarak Kürtler'i yanına almaya çalışıyor, PKK tarafından kaçırılan vekilinin sözlerine destek veriyordu. Bazı patronlar da kriz için sürekli düğmeye basıyordu. Bütün amaç büyüyen Türkiye'nin önüne geçmekti. Bu bölünme askerde de vardı. MHP ise kendi sınırlarının dışına çıkıp Yeni devlete destek olmuştu. Ankara'da saflar belliydi.
Türkiye ya Kürtleri de içine alarak büyük devlet olacak, ya da küçülecekti...
Çünkü ABD milli kanadının tek derdi, Avrupa ve Çin'di... Onlar için zaten iki dev rakip vardı. Bir de Türkiye ile uğraşacak güçleri yoktu!
100 yılın fırsatı Türkiye'nin önündeydi.
Büyürse herkes kazanacaktı. Yok tersi olursa bölgede taş üstünde taş kalmayacaktı...
Patronluğa soyunan Yeni Devlet haliyle her renkten insanı kuşatıyor, içine alıyordu. Ama "laiklik" gibi kalıtımsal tepkilerimiz gerçeği görmemizi engelliyordu.
Biraz esneyip bölgenin yıldızı oluvermiştik bile... Araplar da Aşk-ı Memnu ile mutluydu... Herkes bize özeniyordu. Çekim merkezi Türkiye idi... Enerji ve cari açık sorunu bittiğinde İMPARATORLUK kapıdaydı!
Şimdi herkes neden hangi partiye oy verdiğini bir daha düşünsün.
Ben sahillerde yani CHP'nin kalelerinde, Büyük Türkiye'ye "hayır" diyecek bir insan çıkacağına inanmıyorum. Kemal Bey'in PKK kartıyla bir sonraki durağa kadar gitmesi çok zor...
Uzun sakallı, takkeli konuklara iftar vererek büyük fotoğraftaki görevini gizleyemez...
Deniz Baykal'ı kimin götürdüğünü açıklayamaz!
Ne zamandır yazmayı düşünüyordum. Yazdım...
Ohh be...
Herkese iyi bayramlar...
(Takvim gazetesinden alınmıştır)