Sahiden sözün bittiği yer.
Sözün ölümün hükmünü aşıp bir gelecek kurmadığı bir ülke. Siyasetin insan yaşatma sanatı olduğu çoktan unutulmuş. Üç kuruşluk siyasi rant için gencecik bedenleri toprağa düşürenler, büyüyen bu figanı çıkış sanıyor.
Tam da 'çözüme yakınız, ha gayret bir adım daha' dediğimiz bir dönemde. Başa dönmenin çaresizliği.
Belli ki son otuz yıl, ölümlerin siyasi kazanç getiremeyeceğini öğretememiş bize? Kim bilir belki de, haksız yere öldürülen Kürtlerin, darbeci zihniyetin sonunu hazırladığı gibi, bugün öldürülen gencecik askerlerin ölümü de PKK'yı marjinalleştirecek.
Bu yazıyı yazmaya oturduğum sırada ajanslardan geçen haberler şöyleydi:
- Şehit askerler memleketlerine uğurlanıyor.
- TSK kara harekâtına başladı.
- Çukurca'da mayın patladı, 1 asker daha şehit.
Yani ezber devam ediyor.
Kangrenleşmiş bu yaranın çaresi olacak "yeni" tek bir söz duyamıyoruz sorumlu mevkidekilerden. Tabii sorumlu mevki derken hükümeti kastediyorum, muhalefeti değil. Ölüm haberlerini takiben CHP, MHP ve BDP'nin ilk açıklamalarına baktığınızda barışın neden bu ülkeye uğramadığını daha iyi anlıyor insan. Muhalefeti bile bu kadar niteliksiz ve sığ bir ülkede neden barış olsun, hangi sebeple?
İsrail'in serbest bıraktığı mahkûmların gelip, Ankara toprağına secde ettiği gün, 24 askeriniz acımasızca öldürülüyor.
Evet, soru budur. Tek bir askerin hayatta kalması için bile göze alınabilecek onca şey varken sizin öneriniz nedir? Klişeleri, yeterince demode olan söylemleri bir kenara bırakıp yeni bir sözün tohumunu yeşertecek cesareti gösterecek misiniz?
İnsanınızın geleceği ve iddia ettiğiniz aktörlük hevesi için yepyeni bir zihniyetle çözümü konuşmaya var mısınız? Yaşanan kayıplar bize şunu gösterebilmeli; artık hamasetle yol alınmıyor. Terör, lanetlemekle durdurulmuyor. Yok etme niyetiyle yola çıkıldığında daha da büyüyor.
Şu an yaşadığımız, bir kilitlenme hali. Bir kriz. Ya kriz derinleşecek yahut krizden çıkışın yeni yolları bulunacak. Hangisi? Bize çokça tanıdık olan duygusallıktan çıkmayı başarabilecek miyiz? Duygusallığı bırakıp makul olanın, insan için olanın varlık kazanması uğruna elimizi taşın altına sürecek miyiz?
Yüzde elli oy desteği ve Ortadoğu'da aktör olma iddiası olan bir iktidar bunu yapamıyorsa kim yapacak? Ben açıkçası çözümün samimiyetle istenmediğini düşünüyorum. İktidar partisinin de ne yazık ki toplumdaki çoğu kimse gibi zihninin gerisinde eski moda bir yaklaşım var. Durumu yeterince görememenin yahut görüp de görmezden gelmenin sonucu olan bir yaklaşım. Ne kadarını kurtarırsam kâr düşüncesi belki de.
O zaman adama sorarlar; 'ne kadarını kurtarırsam kâr' diyerek, kurtardığın ne var? Bunca kayıp vererek kazanmak, kazanmak mıdır?
Kayıpları hakkıyla sorgulayabilmek kabul edin ki ahlakın konusu artık. Çünkü gencecik insanların ölümünden en az failler kadar iktidar, muhalefet ve bizler de sorumluyuz. PKK'yı lanetlemek, 'Abdullah Öcalan'ı asalım' demek sorunu çözmeye yetmiyor. Yetmediğini daha önce gördük. Ölerek ve öldürerek sonuçlarına katlandık. Başbakan Erdoğan dün şehit kanıyla başladığı konuşmasını Allah'tan sükûnet telkin ederek bitirdi. Kim bilir o konuşma başladığı gibi sürse, şu an belki de başka bir Türkiye'de yaşıyor olurduk. Kavganın sokağa indiği bir Türkiye'de.
Sorunun kaynağı, gelişme seyri, bugün geldiği aşama belli. O kaynağı ıslah etmenin yolları da. O halde neden dönüp dönüp aynı duvara çarpıyoruz? Son ölümler gerçekten kirli bir savaşın içinde olduğumuzu gösteriyor. MİT-PKK görüşmeleri ortadayken, Öcalan ile 'müzakere'ler devam ederken yapılan saldırıları anlamak sahiden güç.
Ve bu kirliliği artıran bir başka faktör de devletin işleyişi; şeffaflaşmayarak, halkına hesap vermeyerek kirlenen bir devlet var karşımızda. Başbakan Erdoğan, yıllar önce İspanya'da Zapatero'nun ETA'ya sunduğu, 'kalıcı ateşkes karşılığında siyasi diyalog' önerisini kapalı kapılar ardında değil, TBMM çatısından yapabilmeli artık! Bunun zamanı geldi geçiyor.