TBMM zarif bir jestle bugün kadınları şiddetten korumak için bir kanun çıkartıyor.
Malum, bugün Dünya Kadınlar Günü. Kadın cinayetlerindeki trajik artış, Türkiye\'nin en önemli sorunlarının başında geliyor. Bu şiddetin durdurulması lâzım. Dünya Kadınlar Günü\'nü anlamsız demeçlerle ve ağlama duvarı önündeki şikâyetlerle geçiştirmek yerine, bu şiddetin durdurulması için kararlı bir adım atmak gerekiyordu. Meclis topluma öncülük etmiş oluyor.
Kadına dair sorunların tamamı, Türkiye\'nin yaşadığı dönüşümün canlı göstergeleri. Toplumdaki ve siyasetteki bütün kurumların ve değerlerin bir cinsiyeti vardır. Geleneksel toplumlar kurumlara, fikirlere ve kavramlara cinsiyet yüklemekte daha mahirdir. Meselâ savaş erkektir. Darbe, diktatörlük, zorbalık, işkence hep erkektir. Demokrasi, özgürlük ve adalet ise hep dişidir. Bir kadında sembolize edilir.
Kadına yönelik şiddetteki artış, erkeklerin değişime ayak uyduramadıklarını gösteriyor. Toplum değişiyor. Kadın değişiyor. Dünya değişiyor. Ama erkek aynı kalıyor. Arada büyüyen uçurum şiddet yöntemleri ile kapatılıyor.
Askerî vesayetin, her an kapıda bekleyen darbe korkusunun egemen olduğu bir toplum şiddetle yatıp kalkmaya alışmış bir toplum demektir. Darbecinin topluma doğrulttuğu silah ile, erkeğin kadına kaldırdığı el arasında mahiyet itibarıyla hiçbir fark yoktur. Zorun, kaba gücün, şiddetin egemenliği çıkar her ikisinden. Erkek kadını yönetmek için döver. Biri devlette, diğeri ise ailede. Ha darbecinin silahı, ha kocanın kollarındaki kaslar.
Kadın kendi tarzıyla bu egemenliği sona erdirdi. Türkiye\'nin demokratikleşmesinde kadının doğal olarak üstlendiği rolü çoğumuz gözden kaçırıyoruz. Son on yıl, kadının toplumsal hayata katılmasıyla geçti. Hem de muhafazakâr değerlerle; kadın olarak kimliğine, sahip olduğu değerlere bağlı kalarak. Ama yine de kadın olarak. Kadının mevcudiyeti; ister gözlemci, ister fail olarak sahnede yerini alması çoğu dinamiği değiştirdi. Toplumsal ve siyasal barış için gerekli cesareti kadınların mevcudiyeti sağladı. Zorbalığın, vesayetin sona erdirilmesi önce kadınların siyasete taşıdığı değerlerde son buldu.
Türkiye son on yılda çok değişti. Değişimin öne çıkan aktörlerini Cumhurbaşkanı ve Başbakan\'da somutlaştıralım. Peki, gerçekleştirdiğimiz değişimin rengini ve içeriğini her ikisini de eşlerinin başındaki örtü vermedi mi? Savaş onların başlarında koptu ve devam etti. Toplum o başlarla birlikte dikleşti ve mücadele yine orada kazanıldı. Zorbalar siyasete, o iki kadının örtülerini bahane ederek müdahale etmeye kalktı. Son on yılın değişimini en iyi anlatan sembol, kadınların başındaki örtüler değil mi?
Kürt sorunu dün bütünüyle erkek bir sorundu. Bugün erkeklere özgü çözümlerin inandırıcılığı yok. Uludere\'ye Başbakan\'ın eşi gidiyor. Güneydoğu\'da barışın teminatını herkes onun fotoğraflara bakarken döktüğü gözyaşında arıyor.
Kadınlara yönelik şiddet, erkeğin bu değişime direnişinin, hep aynı kalmaktaki ısrarının eseri. Dün onun sözü geçiyordu. Artık kadın, şekillendirdiği dünya ile birlikte kendi sesini duyuruyor, kendi sözünü söylüyor. Erkek güçten düşmeye tahammül edemiyor. Kadının aklı ve feraseti ile kuşatılıp söyleyecek sözü kalmayınca şiddete başvuruyor. Her şiddet olayında korkak, zavallı ve iradesiz erkeklerle karşılaşmamız bu yüzden tesadüf değil.
Türkiye değişti. On yıl öncesinin erkek değerlerinin yerini kadınlara özgü değerler alıyor. Devlet, baba gibi dövmek yerine anne gibi şefkat gösteriyor. Çözüm için sadece erkeklerin kullanabildiği şiddet yöntemleri yerine kadınların çok iyi bildiği barış dili egemen oluyor. Sevgiden, empatiden, uzlaşmadan daha sık söz ediyoruz. Değişim treninin en son vagonu olan erkekler de değişecek.
Meclis\'in çıkardığı kanun bu değişim için elverişli bir başlangıç. Keşke taslakta yer alan \"toplumsal cinsiyet\" tanımı da kanunda yer alsaydı. Bu tanım, toplumdaki cinsiyetçiliği hem anlamaya hem de yargılamaya, sonuçta değiştirmeye fırsat verebilirdi.
(ZAMAN)