Cumartesi günkü yazıda "kadına caminin yolunun açık olduğu"nu, ancak İslam tarihinde teşekkül eden "örfte kadına cami-merkezli ibadetlerin (cuma, bayram, cenaze, teravih namazı) farz kılınmadığını" yazdım.

Bunun gibi kadının iktisadî hayata, ticarete, iş dünyasına, üretime, sivil ve sosyal faaliyetlere katılmasını engelleyen hükümler yok, özel bir teşvik de yok. "Duruma ve yerine göre" kadın ticaret yapabilir, çeşitli resmî-sivil görevler alabilir. Ben hiçbir yazımda kadınlar zinhar iş hayatına girmesin, sosyal etkinliklerden uzak tutulsun demedim. Öyle zaruri durumlar var ki, kadın erkek gibi çalışmak, evin geçimini temin etmek zorunda kalabilir, bu kadınlara öncelikle iş temin etmek görevdir, hatta pozitif ayrımcılık bu muhtaç kadınlar için elzemdir. İslam tarihinde kadın elbette çok sorun yaşamıştır, ama ana karakteristiğiyle örf, kadını en azından muasırı din havzalarındaki kadınlardan daha iyi korumuştur.

Belirtmek gerekir ki örf, sosyolojik manada belli toplumlara özgü "âdet" veya belli kavimlere özgü "yerel/yöresel töre" değildir. "Örf"e atıfta bulunuyorum diye "gelenekçi veya muhafazakâr" olmam, bana bu yakıştırmaları yapanlar "fıkıh sosyolojisi"nden habersiz kimselerdir. Örf, Allah'ın muradının Şer'î hükümleri tatbik eden ümmetin amelî hayatında tahakkuk eden pratiklerdir. Sünnet'in pratik tatbikatından, alimlerin icmaından, temeli meşru içtihada dayalı bölgesel yaygın teamül ve tatbikattan alır. "Örf" doğru, olması gereken ve İslam'ın ruhuna uygun (ma'ruf) olduğundan Hukuk'ta kaynaktır. Bunun ne "gelenekçilik ve muhafazakârlık"la, ne "âdet ve töreler"le ilgisi var. Âdet ve töreye dayalı gelenek tashihe muhtaçtır, bazı unsurları zalimanedir; ama örfe dayalı gelenek gereklidir, tarihte beşerî hayatın sürekliliğini sağlar.

Kadına ilişkin örfün; İslam'ın öngördüğü âlem tasavvuru, âlem tasavvurunun merkezindeki dünya düzeni, dünya düzeninin merkezindeki ümmet ideali, ümmet idealinin merkezindeki daru'l-İslam, daru'l-İslam'ın medeniyet havzaları hükmündeki şehir hayatı ve şehir hayatının merkezindeki ev ve aile düzeniyle doğrudan ve zaruri ilişkisi var. Bu geniş perspektiften bakılmadığında, İslam tarihinde örf zemininde kadının konumunu, "ataerkil tahakkümcü" kültürün; dinî nasların erkekler tarafından yorumlanmış ayrımcı-cinsiyetçi meşruiyet fetvalarının ürünü görür ve bunun sonucunda Batı modernizmi, feminizmi ve küresel piyasa ideolojisi olan liberalizmin dayattığı 'kadınlarla ilgili program ve projelere birer can simidi' gibi sarılırsınız.

Benim demeye çalıştığım şudur:

1) Kadının iktisadî ve ticarî hayata katılması aslî değil, arızîdir. Bu yüzden hep "duruma ve yerine göre" ihtirazi kaydını koyuyorum. Evin geçimini üstlenecek erkek yoksa, kadın iş hayatına girmeli, kamu veya özel sektör onu tercihen işe almalı. Ancak kadının asli yeri evidir. "Ev, kadına farz olmayan ibadetlerin camide eda edilmesinden daha hayırlıdır." Erkek ailenin geçimini temin ederken kadın evin iç düzenini yürütür, bir anne olarak çocuklarının hayırlı-faydalı (salih) birer evlat olarak yetişmesini sağlar, ailenin huzur ve mutluluğunda (sekine ve sükûnet) rol oynar.

2) Kapitalist piyasa ekonomisi ise kadını iki ayağıyla "evin dışına" çıkarıp sömürü nesnesi haline getiriyor. Tüpten çıkan macun gibi bir daha geri dönmüyor; bu ise ailenin ve toplumsal hayatın çözülmesine yol açıyor. Kadın evden çıkınca, tümüyle özgürleşmiyor; çoğu yine erkek olan patronların, âmirlerin, müdürlerin denetimi altına giriyor.

3) İslam tasavvurunda kadın pergel gibidir; sağ ayağı -sabit kadem- evindedir, sol ayağıyla her yere gider, haricî her meşru ve hayırlı maddî, iktisadî, sosyal, sivil faaliyete, hadisteki güzel deyimle "Müslümanların hayırlı meclislerine katılır." Ama önce evi ve ailesi! "Ev" kadın için hayatî faaliyetlerin merkezi "ana karargâh"tır (33/Ahzab, 33). Toplumsal hayatın da ana merkezi, her biri mescid hükmünde olan "ev"dir. Ev kıbleye yönlendirilmeli, mekân kullanımı ve hayat tarzı buna göre kurulmalıdır. (10/Yunus, 87)

Not: Etyen Mahçupyan'la tartışmayı isterim, ama dünkü yazısında üslubu 22 ayardan 18'e düşürmüş. Biraz bekleyelim.