Özel yetkili mahkemeler (ÖYM) ile ilgili tartışma, bunların kaldırılmaları çalışmalarına kadar uzandı. Başbakan Yardımcısı "öyle bir çalışma yok," derken, Başbakan "var" diyor. Hükümetin bir kanadı "iyi olur", öteki kanadı "iyi olmaz" diyor. Ben ÖYM'ler konusunda ne düşünüyorum? Anlatayım:
Buna ihtiyaç duyan demokratik ülkelerde ÖYM'lerin bulunduğu bir gerçek. AİHM'nin bunların varlığını ilke olarak AİHS'ne aykırı bulmadığı da öyle. İşlenen suçların niteliğine bakıldığında Türkiye'de bu tür uzmanlık mahkemelerine ihtiyaç olduğu muhakkak. Bazı hukukçuların bu tür uzmanlık mahkemelerini, zanlıların savunma hakları açısından yararlı gördükleri biliniyor. Bürokrasinin, yürütmenin en yüksek kademelerinde bulunan kimselerin ÖYM'lerin yetki alanına giren suçlar işleyebilecekleri dünya tecrübesiyle sabit. Demokrasilerdeki kuvvetler ayrılığı ilkesi gereğince savcılar, görevle ilgili olmayan suçlardan dolayı, gerektiğinde başbakanları da kovuşturabilir. Bu yargının yürütmenin alanına müdahale etmesi anlamına gelmez; yürütmenin yargı tarafından denetlenmesinin gereği olabilir.
Dolayısıyla Türkiye'de tartışılmayı hak eden ÖYM'lerin varlığı değil, bunlara tanınan yetkilerin ve uygulamalarının uyandırdığı kaygılar. Başbakan'ın yaygın tutuklamalardan "Bu dalgalarda boğulacağız... Tutuksuz yargılanabileceği halde maalesef tutuklu yargılanan insanlar var... Bu süreci bizim farklı bir şekilde yumuşatarak atlatmamız lazım... Yargıya güven artmışken şimdi azalmaya başladı..." derken dile getirdiği kaygılar, bunlarla ilgili olmalı.
Evet, ÖYM'lerin kestirmeden tutuklama kararları aldığı, uzun tutukluluk sürelerinin ceza haline dönüştüğü, sanıkların adil yargılanma haklarının çiğnendiği durumlar yaşandığı haklı şikayetler. O zaman ÖYM'lerin yetkilerinin şikayetleri giderecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. İfade özgürlüğünü ağır bir şekilde ihlal eden TCK 220. maddesinin 6. ve 7. fıkraları ile TMK'nın 6. ve 7. maddelerinin demokratik toplumun gerekleriyle bağdaşacak şekilde değiştirilmesi de en acil ihtiyaç.
Gelelim ÖYM'ler tartışmasının "hükümet ile cemaat arasındaki kavganın son aşaması"nı yansıttığına dair, yakın zamanlara kadar mantıklarına güvendiğim kimseler tarafından dahi benimsenen iddialara. İddia özetle şu: "Fethullah Gülen cemaati" polisi ve yargıyı ele geçirdi. ÖYM savcı ve yargıçlarının hepsi ya da çoğu, bu cemaate mensup ve aldıkları talimatla, cemaate mensup polislerin ürettiği delillerle hareket ediyor. Ergenekon, Balyoz kovuşturmaları cemaat mensuplarınca uydurulan sahte delillere dayanıyor. Hükümet de ÖYM'lerden rahatsız olmaya başladı. Çok güvendiği MİT Müsteşarı'nın dahi şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağrılması Başbakan'ın tepesini attırdı.
Ergenekon, Balyoz davalarındaki delillerinin uydurma olduğunu söyleyenlere, cemaatle ilgili iddialarının delilleri sorulduğunda verdikleri cevap şu oluyor: "Cemaat medyası" ÖYM'leri savunuyor ya... Peki, bu davaları inandırıcı bulanlar sadece "cemaat medyası" mı? ÖYM'lerin kaldırılmasına karşı çıkanlar sadece "cemaat medyası" mı? "Cemaat medyası"nda yazanlar ÖYM'lerin kaldırılmasının darbe girişimcilerinin adaletten kaçmasına yol açabileceğinden kaygı duyamaz mı? ÖYM savcı ve yargıçlarının hepsinin ya da çoğunun "cemaat"e mensup oldukları, talimatla davrandıkları iddiası akla, mantığa sığar mı? Bu söz konusu savcı ve yargıçlarının kişiliklerine saygısızlık değil mi? ÖYM'lerin yol açtığı haklı şikayetlerin kaynağını, vatandaşların temel haklarına değil, devletin çıkarlarına öncelik veren otoriter yargı kültüründe aramak daha mantıklı değil mi? Bu soruları sorduğumda, "hükümet - cemaat kavgası" iddialarının laikçi zihniyetin başka bir tezahürü olma ötesinde bir anlam taşımadığı sonucuna varıyorum.
Hukukçu değilim, ama sosyal bilimciyim. İnanç temelli bir sivil toplum hareketi olan Gülen hareketini yıllardır izliyorum. Özgürlük ve demokrasi değerlerine bağlıyım. Benim vardığım sonuç bu.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)