Kendi de maça gelmiyor!.. Evinden sallıyor...Yok öyle yağma!..

Reha Muhtar
Reha Muhtar
Yıllar önce Adnan Polat kardeşimin inisiyatifinde başlatılan, derbilerde deplasman seyircisinin “parmaklıklarla tecrit edilmiş hapishaneyi andıran tribünde” maç izlemesine hep karşı çıktım...

Aynı kapalının, sağ tarafındaki koltuklarda otururken, on metre yanımdaki sol taraftaki koltuklarda Galatasaray taraftarının oturmasını yıllarca yaşamış olan benim gibi bir futbol seyircisi için, tel örgülerle enterne edilmiş insanlar kabul edilebilir şeyler değildi...

“Kombine bilet uygulaması geldi... Zorunluluk artık bu...” dediler, alttan girdiler, üstten çıktılar, seyirciyi bölme işini Türk futboluna soktular...

Benim gibi yıllarca arada tek bir sıra polisin solunda ve sağında maç izlemiş Fener, Beşiktaş, Galatasaray taraftarı için “utanç” vesilesi olacak bu uygulamayı hiçbir zaman içime sindiremedim...

***


Derbilerde olay çıkmasını tetikleyip, ortamı iyice geren kan ve şiddete zemin hazırlayanların at koşturduğu ortamda bile derbilerde “deplasman seyircisinin” alınmamasına bütün gücümle karşı çıktım...

Futbolun seyir zevkini, taraftarın karşılıklı atışmasını yok eden, maçın atmosferini tek taraflı bir tezahüratın renksiz ruhsuzluğuna büründüren bu kararın “derbi heyecanını yok edeceğini” savundum...

Savundum, çünkü geçmiş derbilerde iki takım taraftarının eşit miktarlardaki temsilinin ne kadar muhteşem bir tablo oluşturduğunu yaşamıştım...

***


Fakat tüm bu gerçekler yarın gece oynanacak Beşiktaş-Galatasaray derbisinde, ortamın bir barut gibi olduğunu bildiğimden, Galatasaray seyircisinin bu maça gelmemesi gerekliliği fikrimi değiştirmiyor...

Galatasaray taraftarı bu derbiye gelmemeli...

Karşılığında Beşiktaş taraftarı da Arena’da derbiye gitmemeli...

Çünkü bu yıl iki kulübün yöneticileri aralarındaki tartışmayı anlamsız bir şekilde büyüterek “Beşiktaş ile Galatasaray arasında inanılmaz bir gerginliğin fitilini ateşlediler...”

***


Galatasaraylı yöneticilerin Arena Stadı’nda oynamak isteyen Beşiktaş’ın talebine “Beşiktaş’ı stadımıza almayız” yollu demeçleri, Beşiktaş taraftarının egosu üzerinde en azından şu anda kolay kolay telafi edilemeyecek yaralar açtı...

İki kulübün yöneticileri, böyle bir talep ve cevabı, kamuoyuyla oynayarak, onun üzerinden tartışarak vermemeliydi...

Kendi aralarında işin oluruna bakmalı, işin oluru yoksa, bu işi başından kesip atmalıydı...

Oysa öyle olmadı...

Beşiktaş istedi...

Galatasaray vermem dedi...

İş bir ara Başbakan’a kadar gitti...

***


Beşiktaş İkinci Başkanı’nın kişisel görüş olarak “Böyle konuşan Galatasaraylı yöneticiler İnönü’ye gelmesin” sözleri ne kadar yanlışsa, bu kadar gergin bir ortamda “taraftarın karşı karşıya gelmesi de o kadar yanlıştır...”

Bunu bugün için, bu derbi için istemek cinayete ve şiddete yol açmaktır, teşviktir...

Beşiktaş kazan gibi kaynıyor...

Galatasaray seyircisinin gelmesine gerek yok, Beşiktaş tribünleri kendi iç dinamikleri nedeniyle Mazallah patlamaya hazır bir bomba gibi...

Stadın diğer yerlerindeki kombine fiyatları düşürülürken, kapalı tribün kombine fiyatları artırıldı...

Bu Çarşı grubunda tepkiye neden oldu...

Quaresma olayı, Beşiktaş’ta yaşanan iç gerginlikler, Galatasaray derbisini İnönü’de “çok riskli bir derbi” haline getirdi...

***


Bu kadar riskli bir derbide, bir de sezon başında Arena Stadı yüzünden karşı karşıya gelmiş iki camiayı stadın içinde karşı karşıya getirmek, “şiddete davetiye çıkartmak” demektir...

Hıncal Uluç dünkü yazısında bunu önermiş...

Onun tuzu kuru...

Kendi yıllardır “Galatasaray seyircisini Galatasaray taraftarına layık görmediğinden ve ona saldırdıklarından” maçlara gitmiyor...

Kendi kaça gitmiyor, fakat “bu maçta nasıl olup da iki kulübün taraftarını maça sokmazsınız” diye kuru sıkı sallıyor...

Madem her şey bu kadar rahat bu ülkede, kendi bir zahmet, tepkilerden ürkmeyip de “Galatasaray maçlarına gitse ya Hıncal Uluç...”

Hayır can kıymetli...

Fakat “canan gitmeli”, başına bir şey gelirse de, “Kahrolsun güvenlik önlemi almayan bürokrasi” diyerek işin içinden “kahramanca” sıyrılmalı...

Hıncal Uluç’un yaptığı insanların hayatı üzerinden kolay yoldan kahramanlık taslamaktır...

***


Hiçbir Beşiktaş-Galatasaray ya da Fener-Beşiktaş, Galatasaray-Fener derbisinin deplasman seyircisi olmadan oynanmasına gönlüm razı olmaz...

Fakat bazen tehlikenin göz göre göre “geliyorum” dediği anlar vardır...

Öyle anlarda, “hiçbir şey yapmamak” cinayete zemin hazırlamaktır...

Yok öyle Hıncal Abi...

Sen yıllar önce Galatasaray tribünlerinden kaçarken, o tribünlere ne ifadeler kullandığını hatırlıyor musun?..

Şimdi birbirine karşı bu kadar bilenmiş iki taraftar grubunu bu ve gelecek derbide beraber oturtmayacaklar diye ortalığı bu kadar velveleye vermeye hakkın var mı?..

Senin maça gidecek çocuğun yok...

Kendi canın da kıymetli, evinin kebap servisi yapılan köşesinde, puro tüttürerek maç keyfi yapacaksın...

Sonra da “Güvenliği sağlayın, herkesi maça alın” diye sallayacaksın...

Yok öyle yağma!..

*****


“PARAYA OLAN DÜŞKÜNLÜK BİR GÜVENSİZLİK İŞARETİDİR...”

“Evrende bir şeyi elde etmek için, o şeye olan bağımlılıklarınızdan vazgeçmeniz gerekir...

Bu arzularınızı gerçekleştirmek için ‘niyetlerinizden vazgeçmeniz’ anlamına gelmez...

Sadece sonuçlara olan bağımlılığınızı bırakmanız gerekir...

***


Sonuca olan bağlılığınızdan vazgeçtiğinizde, hedefe odaklı niyetinizle duruma dışardan özgürce bakabildiğinizde arzu ettiğiniz şeye ulaşabilirsiniz...

İstediğiniz her şey, ancak kendinizi durumlardan zihinsel ve duygusal olarak soyutladığınızda gerçekleşebilir...

Çünkü zihinsel ve duygusal soyutlama, gerçek benliğinizin gücüne inanmanızı sağlar...

***


Sonuca bağımlılık, korkuya ve güvensizliğe dayanır...

Zenginlik, bolluk ve bereketin gerçek kaynağı ‘benlik’tir...

Her şeyi gerçekleştirmeyi bilen ‘bilinç’tir...

Arabalar, evler, paralar, kıyafetler uçaklar birer semboldür...

Bu semboller gelip geçicidir...

Sembollerin peşinden koşmak, bir ülkenin topraklarında yaşamak yerine, ülkenin sadece haritasına bakmak gibidir...

Endişe yaratır ve sonunda içinizde bir boşluk hissetmenize neden olur...

***


Sonuca bağımlılık yoksulluk bilincinden gelir...

Gerçek zenginlik bilinci, her istediğinize, istediğiniz her an, en az çabayla sahip olabilme yeteneğidir...

İnsanlar devamlı bir güvence arar...

Ancak fark edeceksiniz ki aslında güvence aramak çok kısa ömürlüdür...

Paraya olan düşkünlük bile bir güvensizlik işaretidir...

Diyebilirsiniz ki “Şu kadar param olsa kendimi güvencede hissederdim... Böylece mali açıdan bağımsız olur, ardından da emekliye ayrılırdım...”

Bu hiçbir zaman gerçekleşmez, ama hiçbir zaman...

***


Güvence arayanlar, bütün hayatları boyunca bunun peşinden koşar ve asla elde edemezler...

Paraya düşkünlük bankanızda ne kadar paranız olursa olsun, sizde güvensizlik yaratacaktır...

Çok parası olan bazı insanlar en güvensiz insanlardır...

Güvence arayışı bir illüzyondur...

***


Hayatınızdaki her probleme, bize daha büyük fayda sağlayabilecek bir fırsat olarak bakabilirsiniz...

Belirsizliğin bilgeliğinde kök salarak, fırsatlara karşı açık ve ayık olun...

Bu hazır halinizle, yeni fırsatlar çıktığında çözümü çok kolay bulacaksınız...

Ortaya çıkan duruma ‘şanslı olmak’ denir...

Gerçekte ‘şans’ hazırlıklı olma haliyle, fırsatın biraraya gelmesidir...”

(Deepak Chopra’nın Başarının 7 Spiritüel Yasası kitabından)

(Vatan gazetesinden alınmıştır)