GENELKURMAY Başkanlığı iki Kemalist’e karşı ''bildiri'' yayınladı.
Ne oldu?
Başbakan Erdoğan, ''bildiri''ye tam destek verdi.
Dedi ki:
“Cesaretiyle dünyaya nam salmış bir ordunun mensuplarına ağza alınmayacak hakaretler yapmak, açık söylüyorum zavallılıktır.”
***
CHP’li Muharrem İnce ise Başbakan’a yanıt verdi.
Önce şöyle dedi:
“Bir baktım gözlerim yaşardı. Meğer ordumuzu ne çok severmiş Başbakan.”
Ardından da ekledi:
“Başbakan’ın savunduğu Türk ordularının paşaları değil, onun savunduğu NATO paşaları... Bunu böyle bilin.”
Bu tartışmadan ne çıkar?
Ne çıkacak? “Herkesin paşası kendine” sonucu çıkar.
***
Başbakan Erdoğan, kendisine karşı bildiri yayınlayan paşalara karşı gayet sert iken...
Kendisi dışındakilere “bildiri” yayınlayan paşalara övgüler yağdırıyor.
Ne diyor?
“Cesaretiyle dünyaya nam salmış bir ordunun mensupları...”
Demek ki mesele “bildiri” meselesi değilmiş.
Mesele “bildiri”nin kimi hedef aldığı meselesiymiş.
***
Muharrem İnce’ye gelince...
Onun “ideal” paşası da belli.
Ona göre...
“İdeal paşa”, siyasete müdahale eden, hükümeti diken üstünde tutan, sürekli ayar çeken, elindeki silaha güvenerek toplumu hizaya getiren paşadır.
Eğer “paşalar” böyle davranmıyorsa...
Suçlaması da hazırdır:
“Sen Türk ordularının değil NATO’nun paşasısın.”
***
Bu durumda...
İki “ideal paşa” tipinden söz edebiliriz rahatlıkla:
MUHAFAZAKÂRLARIN PAŞASI: Kemalistlere karşı bildiri yayınlayan paşalar.
KEMALİSTLERİN PAŞASI: Sivil hükümete karşı bildiri yayınlayan paşalar.
Bu durumda bize düşen...
Her zaman olduğu gibi yine “paşasızlık özlemi”dir.
Kendi tarihinle de hesaplaşmalısın
SON dönemde herkeslere özeleştiri çağrısı yapan muhafazakârlara sesleniyorum:
Siz de bir özeleştiri yapar mısınız lütfen.
***
Yıllar önce...
Solcu gençler, Amerikan 6. Filo’sunu taşlamak için harekete geçmişlerdi.
Dönemin dindar gazetesinin kışkırtmasıyla Fatih Camii’nden çıkan muhafazakâr dindarlar, 6. Filo’yu taşlamak yerine 6. Filo’yu taşlayan solcu gençleri taşlamışlardı. Tarihimize “Kanlı Pazar” olarak geçen bu vaka, “muhafazakâr tarih”in yüz karasıdır.
***
Başkalarının yaptığı kötülükleri sayıp döküyorsun, başkalarının tarihle yüzleşmesini sağlamaya çalışıyorsun, başkalarından “özeleştiri” talep ediyorsun.
Peki söyle bakalım:
Kendi tarihinle de yüzleşiyor musun, kendi yaptığın kötülükleri de sayıp döküyor musun, kendi özeleştirini de veriyor musun?
Unutma:
Gerçek yiğitlik birincide değil, ikincidedir.
Gül’ün vatandaşlarla buluşmasında 4 sorun
BİR: Binlerce soru içinden “Sizden kabul olunacağı garantisi ile dünyamız, ülkemiz ve kendiniz için üç dilek dilemeniz istense ne dilerdiniz?” sorusunun dereceye alınması, tam bir skandaldır. “Üç dilek”li sorular, artık güzellik yarışmalarında bile sorulmuyor.
İKİ: Köşk’te ağırlanan vatandaşların kıyafetleri fena halde resmi... Oysa “cumhur” böyle giyinmez. Vatandaşla buluşma olayı, resmiyete resmiyet katacaksa faydasızdır. Bu resmi görüntünün dağıtılması şarttır.
ÜÇ: 10 kişilik “soru soracaklar” listesinde sadece bir kadının bulunması kabul edilemez. Gerekçesi ne olursa olsun kabul edilemez.
DÖRT: Buluşmanın fotoğraflarına bakalım: Ne görüyoruz? Alabildiğine sıkıcı, alabildiğine kasıntı, alabildiğine resmi bir hava... Oysa bu tür buluşmalar, tam da bu havayı dağıtmak için gerçekleştirilmiyor mu?
Klişeyi boyayıp satma ustası: Can Dündar
“AŞKA Veda” diye bir kitap yazmış Can Dündar.
Daha doğrusu yazmamış da yazılarını toplamış. Ayşe Arman’a da iki tam sayfa röportaj vermiş. Röportajı merakla okumaya başladım. Değişik, farklı, sarsıcı görüşler arayışıyla dopdolu olarak...
***
Fakat heyhat!
Bir tek ama bir tek klişeye kaçmayan cümle bulamadım. Günümüzde aşk şehvete dönüşmüş, herkes tek gecelik ilişkiler peşindeymiş, ten çekiciymiş ama ten merakı geçiciymiş, aşk planlanıyormuş, oysa aşk devrimciymiş falan...
Nasıl klişe, nasıl basmakalıp görüşler...
“İlişkiler” konusunun tartışıldığı herhangi bir kafenin herhangi bir masasına şöyle bir kulak uzatılsa, Can Dündar’ınkinden daha “orijinal” görüşler işitmek mümkün.
***
“Başarı”, galiba böyle bir şey...
Yeryüzünün en aşılmış, geçilmiş, en basmakalıp görüşlerini, sanki ilk kez ifade ediyormuş gibi bir eda takınmak.
Ve bunu herkeslere yutturmak...
Kutluyoruz Can Dündar...
Allah başarılarınızı daim kılsın.
Ve şimdi sizden “İletişimin yaygınlaşmasıyla yalnızlaşan insan” temalı yeni bir kitap bekliyoruz.
‘Tek din’ mi?
BAŞBAKAN Erdoğan, “tek” vurgulu sloganını üçten dörde çıkarmış:
“Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek din.”
***
Hadi “tek millet”i anladık: Millet derken ırkı kastetmiyorsunuz.
Hadi “tek bayrak”ı anladık: Bayrak hepimizin bayrağı...
Hadi “tek devlet”i anladık: Devletin milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunuyorsunuz.
Peki “tek din” nereden çıktı?
“Tek din” Müslümanlık ise topraklarımızda yaşayan başka dinlere mensup vatandaşlarımıza “sizi dışarıya alalım” mı denecek?
Yine tek din “Müslümanlık” ise kastedilen hangi “Müslümanlık”?
Ve hepsinden önemlisi “laiklik” ilkesi ne olacak?
Güzel espri
MHP Lideri Devlet Bahçeli, eski Volvo’suyla poz vermiş ve şöyle demişti:
“Araba da eski, biz de eskiyiz”.
Güzel bir pas...
Allah için Başbakan Erdoğan da bu pası gayet güzel gole çevirmiş:
“Bahçeli’nin bu cümlesi MHP’nin durumunu özetlemektedir.”
***
Bu cevaptan bir espri duygusuna sahip olduğunu anladığımız Başbakan Erdoğan, keşke bağırıp çağırmak yerine bu tür esprilere ağırlık verse...
Diyeceksiniz ki:
Peki o zaman Başbakan oyu nasıl alacak?
Vallaha siz de haklısınız.
Neler oluyor yahu
DÜNKÜ gazetelerde bazı köşe yazılarının başlıkları şöyle idi:
- “İş ve aşk”
- “Aşk ve meşk”
- “Aşk iki kişiliktir”
- “Aşk acısının anatomisi”
- “Aşkınızın son kullanma tarihi geçmiş olmasın”
Daha fazla uzatmadan...
Sadece “Neler oluyor yahu” demekle yetineceğim.
(Hürriyet)