- Kemalistler KCK tutuklamalarına destek çıkarken Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarına şiddetle karşı çıkıyorlar.
- BDP’liler Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarına sonuna kadar destek verirken KCK tutuklamalarına ateş püskürüyorlar.
- Muhafazakârlar Ergenekon, Balyoz ve KCK tutuklamalarının son sürat devam etmesini arzu ederken Deniz Feneri tutuklularının serbest kalmasından gayet memnunlar.
- Askerler Balyoz tutuklamalarından şikâyetçi iken KCK tutuklamalarını “Geç bile kaldı” diye yorumluyorlar.
- MHP’liler Balyoz tutuklusu milletvekillerinin serbest kalmasını isterken KCK’lıların tutukluluğunun devamını istiyorlar.
- Liberaller KCK tutuklamalarına isyan ederken Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarını yerinde buluyorlar.
- Fenerliler sadece “Aziz Başkan”ın tutukluluğuna odaklanmış durumdalar.
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
Bu memlekette herkes...
Ergenekon-KCK-Deniz Feneri-Balyoz-Fenerbahçe falan ayrımı yapmadan...
“Tutuklama cezaya dönüştürülmüştür, haklarında yargı kararı olmayan insanlar aylarca cezaevlerinde tutuluyor” diye isyan etmediği müddetçe...
Bu tutuklayarak cezalandırma dalgası sürer de sürer...
Kulübe hoş geldiniz Yıldırım Demirören
YILDIRIM Demirören Milliyet ve Vatan gazetelerinin yeni sahibi...
Lig TV’de Şansal Büyüka’nın “Nasıl gidiyor gazete patronluğu?” sorusuyla karşılaşınca şöyle demiş:
“Gazete patronunun dostu olmaz derlerdi. Bu sözün ne anlama geldiğini bu kısa sürede bile çok iyi anladım. Dostlarınız her haberi sizin yazdırdığınızı düşünüyorlar ve kızıyorlar. Oysa biz de haberleri gazeteler yayınlandıktan sonra görüyoruz.”
* * *
Yıldırım Demirören’e “Bunlar iyi günleriniz” demek isterim.
Çok yakında...
- Köşe yazarlarından şikâyetler başlar...
- Bazı ihtiraslı gazeteciler “Onu at / beni al” türü açık mektuplar yazar.
- Bir habere kafası bozulan siyasetçi, doğrudan sizi arar.
- Hiçbir partiyi memnun edemediğinizi fark edersiniz.
- Eleştirilen bakan kızar, eleştirilen milletvekili kızar, eleştirilen bürokrat kızar... Kızdılar mı da sizi kara listeye alırlar...
Kısacası bir belalı iştir ki bu kadar olur.
Ne diyelim: Kulübe hoş geldiniz Yıldırım Demirören!
Kulübe hoş geldiniz Yıldırım Demirören
YILDIRIM Demirören Milliyet ve Vatan gazetelerinin yeni sahibi...
Lig TV’de Şansal Büyüka’nın “Nasıl gidiyor gazete patronluğu?” sorusuyla karşılaşınca şöyle demiş:
“Gazete patronunun dostu olmaz derlerdi. Bu sözün ne anlama geldiğini bu kısa sürede bile çok iyi anladım. Dostlarınız her haberi sizin yazdırdığınızı düşünüyorlar ve kızıyorlar. Oysa biz de haberleri gazeteler yayınlandıktan sonra görüyoruz.”
* * *
Yıldırım Demirören’e “Bunlar iyi günleriniz” demek isterim.
Çok yakında...
- Köşe yazarlarından şikâyetler başlar...
- Bazı ihtiraslı gazeteciler “Onu at / beni al” türü açık mektuplar yazar.
- Bir habere kafası bozulan siyasetçi, doğrudan sizi arar.
- Hiçbir partiyi memnun edemediğinizi fark edersiniz.
- Eleştirilen bakan kızar, eleştirilen milletvekili kızar, eleştirilen bürokrat kızar... Kızdılar mı da sizi kara listeye alırlar...
Kısacası bir belalı iştir ki bu kadar olur.
Ne diyelim: Kulübe hoş geldiniz Yıldırım Demirören!
Hayatımın en etkin 10’u
- İSMET ÖZEL: Zor zamanda konuşmayı, artistik cümleler kurma arzusunu, ezik ve ağlak olmamayı, “asfalt” kelimesinin bile bazen insana çok çekici gelebileceğini, bazı şeyleri açıklamanın bazen marşlara düştüğünü ondan öğrendim. Bu arada iyi şiirler yazabilmiş bir adamın, iyi bir düşünür olamayacağını da ondan öğrendim.
* * *
- SEZAİ KARAKOÇ: Gerçi pratikte acayip başarısızım ama sonuçta reddetmenin onurunu, erdemli olmanın etkileyiciliğini, görünmemenin çekiciliğini ve bazen suskun kalmanın konuşmaktan daha anlamlı olduğunu teorik olarak ondan ve onun hayatından öğrendim.
* * *
- DOSTOYEVSKİ: Onun başyapıtı “Suç ve Ceza”, benim üzerimde şu iki ters etkiyi aynı anda yapabilmiştir: Afallatma ve kendine getirme... Ama Dostoyevski’nin hayatıma yaptığı daha büyük katkı şudur: “Romanın hası” denilen kâinat çapındaki dünyanın kapılarını araladı bana...
* * *
- REFİK HALİD: Hayattan tat almayı, ince alayı, dalgacılığı, gündelik hayatın detaylarına dalma özgüvenini, geçmiş İstanbul’u benim için hayalden gerçeğe dönüştüren detayları, insanın kendini ciddiye almamasının ne şahane bir duygu olduğunu, her şeyin ama her şeyin yazıya konu olabileceğini ondan öğrendim.
* * *
- NURAY MERT: Hayatım boyunca nice dini bütün insanın “kötülükten sakındırma / iyiliği emretme” tebliğine muhatap olmama rağmen itikat açısından en sağlam referansımın Nuray Mert olmasına hep şaşırmışımdır. Bir de şu var: Hayatımın gelmiş geçmiş en büyük ayar makinesi olmuştur kendisi.
* * *
- AHMET GÜNBAY YILDIZ: Yazardır. Roman yazarı. Hidayet romanları yazar. Adının sanının pek duyulmadığına bakmayın, kitapları “gayri resmi en çok satanlar” listesinin en başındadır. Eskiden her imam-hatip talebesinin yolu mutlaka Ahmet Günbay Yıldız’dan geçerdi. Benim de geçti. Masumiyet günlerimin naif ve çocuksu kahramanlarının müellifidir o...
* * *
- ALİ ŞERİATİ: Eğer hâlâ içimde bir dirhem dahi “baldırı çıplakların hakkını hukukunu koruma duygusu” kaldıysa, bunu tek müsebbibi odur. Dava adamlığının ancak vicdanla dengelendiğinde bir anlamı olduğunu o öğretti bana... En çok da şu yönünden etkilendim: Şah’ın ajanlarının kendisine göz açtırmadığı karabasan günlerde bir deli fişek gibi koşturup durmuş ya, işte o azimden...
* * *
- NEŞET ERTAŞ: Bana şunu öğretmiştir: “Evvel” ve “ahir” kelimelerinin yerli yerinde kullanılabilmesi için felsefi akımları yalayıp yutmaya gerek yok, irfan sahibi olmak yeterlidir. Sadece bu kadar mı? Kalpten kalbe giden gizli yolu, bozulmamış Anadolu şivesinin tatlılığını, “uğrun uğrun kaş altından” bakışın nasıl da can telef edebileceğini, en oynak havalarda bile derin bir hüzün olabileceğini de kendisinden öğrendim.
- FETHİ NACİ: Roman eleştirileriyle falan kalbimde taht kurmamıştır. Onu hayatımda “özel” ve “etkili” kılan hayatını anlattığı “Dönüp Baktığımda” adlı kitabıdır. İddia ediyorum: O kitapta Fethi Naci, kişisel yoksulluğunun dokunaklılığını anlatırken, Gogol romanlarını bile yaya bırakmıştır. Benim başyapıtımdır o kitap... Yüreğim sızlamaya ihtiyaç duyduğunda elime alır, yeniden okurum.
* * *
- ALFRED HİTCHCOOK: Canım sıkılır “İp”i izlerim. Keyiflenirim “Arka Pencere”yi seyrederim. Bir maceraya tanıklık etmek isterim “North By Northwest”i seyrederim. Zekâmı hafiften parlatmak isterim “Cinayet Var”ı seyrederim. İyi vakit geçirmek isterim “Sapık”ı seyrederim. Bir felakete tanıklık etmek isterim “Kuşlar”ı seyrederim... Daha ne olsun!
Atatürk tartışmasından korkmamak
İSTANBUL Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, sevdiğim Kemalistlerdendir.
Neden mi?
Buyurgan, asık suratlı, kurumları arkasına alarak konuşan, kendisini devletin yerine koyan, şekilci, farklı görüşlere kapalı, milletin kıyafetine takmış “eski tip Kemalistler” gibi değildir.
Fakat bir kusurcuğu var:
“Atatürk’ü tartıştırmam” diyor.
Keşke böyle yapmasa...
* * *
Geçen akşam Tarafsız Bölge’ye konuk olmuştu.
Reklam arasında söyledi, “Atatürk’ü tartıştırmam” sözünü...
İtiraz ettim.
“Bırakın tartışılsın” dedim.
“Siz kendinize güvenmiyor musunuz” dedim.
“Atatürk tartışmasından galip çıkacağınıza inanmıyor musunuz” dedim.
“Hakaret etmeden, saygı çerçevesinde yapılacak bir Atatürk tartışmasında kazanan Atatürk olur” dedim.
“Atatürk için diktatör diyenler anakronizm yapıyorlar” dedim.
Dedim de dedim yani...
Ama ne yazık ki lafımı dinletemedim.
“Tartıştırmam” dedi, başka da bir şey demedi.