O iki kumru, kaldırımda kısa kısa uçuşlarla karınlarını doyurduktan sonra, sokağın ortasındaki su birikintisinden sularını içtiler...
Berberin gözü önündeki kafadan ziyade sokakta, kalçaları zıplayan o turunculu kadın geçti geçecek...
Pencerelerin önündeki Vita kutularında çiçekler var...
Kestaneci yola çıkıyor...
Balkondan balkona çekilmiş iplerde çamaşırlar, gömlekler, pijamalar... Valiyi bilmezler de şu uzun paçalı donu bütün mahalleli tanır...
*
O sokaklardan ben de geçtim...
Üniversiteli olma hayali başımda, yirmili yaşlar...
Baba ocağından çok uzakta, pencerelerden gelen ev yemeklerinin kokularını, annemizin yemeklerinin özlemi niyetine çeke çeke...
Orası İstanbul...
Tarlabaşı...
*
Şimdi “Kentsel Dönüşüm Projesi” adı altında Tarlabaşı’na geldi sıra...
Sahiplerinin ellerinden alınan eski evleri yıkıp yerlerine beş yıldızlı oteller, iş hanları, antik (!) mekânlar yapacaklar...
Sokağın sakini Perukçu Adem‘i okudum Vatan’da:
“3 katlı evimi 750 bin liraya aldılar elimden. Orasını lüks otel yapacaklarmış. Karşısına geçip ‘burası benimdi’ diye ağlayacağım...”
*
Şu “Kentsel Dönüşüm Projeleri” birer “gasp” yöntemi...
Keza Ankara’da yine bir eski doku: Hamamönü...
Yöntem aynı; şehirlerin merkezinde kalmış, paha biçilmez arsa değeri olan, ama şehirlerin ilk halini korudukları için asla el sürülmemesi gereken bölgelere göz dikiyorlar... Sonra “Kentsel Dönüşüm Projesi” diye eski oturanları korkutup biraz para vererek oradan gönderiyorlar...
Sıra geliyor büyük rantı paylaşmaya...
Olan bu...
*
Günahtır...
*
Oralar şehirlerin kırlaşmış saçları...
Odalar birer canlı müze gibi içinde yaşayanlarla öyle kalmalı...
O mısırcı durmalı...
Yoksul pencerelerin önündeki saksılarda renk renk çiçekler açmalı...
Berber, perukçu, manav, kasap...
İplerde çamaşırlar...
O su birikintisi ve o kumrular orada olmalı...
*
Hatıraları çalmaya kadar geldi mi sıra?..
(Cumhuriyet)