Akıl, fikir ve iyi niyet taşıyan hiç kimse inkâr edemez. Türkiye'de demokrasi, insan hakları, fikir hürriyeti ortamı ciddi şekilde gelişiyor.
Farklı dünya görüşlerindeki, farklı yaşama biçimindeki, farklı etnisitedeki insanların bir arada yaşayabilmesi adına gerçekten güzel şeyler oluyor.
Vatandaşların arasına giren, kin ve nifak tohumları eken, insanları ayıran, farklılaştıran noktaları nazara veren ve bu farklılıkları çatışma sebebi olacak şekilde kışkırtan, çatıştıran, insanları birbirine karşı tahrik eden "kara kediler etkisizleştirildikçe" Türkiye daha da güzel olacak.
"Peki bu konuda tekerlek tümseği aştı diyebilir miyiz?"
Ben sanmıyorum!
Çıkın sokağa önünüze gelen ilk kişiye sorun, 'Türkiye yeniden eski haline, eski çatışma ortamına, eski polarizasyon süreçlerine, faili meçhullere, Susurluk süreçlerine, 12 Eylüllere, askeri vesayetin kol gezdiği, generallerin başbakanlara küfrettiği zamanlara geri döner mi" diye...
Hiç kuşkusuz "elbette" diyecektir.
Hatta bu soruyu AK Parti hükümetinin üst düzey yöneticilerine, bakanlarına, mümkün olsa da Başbakan Tayyip Erdoğan'a sorabilsek, ne cevap verirlerdi dersiniz.
Diyebilirler mi ki:
Evet artık geri dönüş mümkün değil...
Bu ülkede artık askeri vesayete itibar edilmez...
Demokrasiden dönüş olmaz...
Laik-antilaik çatışması çıkarmak isteyenler bunu başaramaz.
Aleviler'le Sünniler'i birbirine düşürmek amacını güdenler bunun için gerekli ortamı bulamazlar.
Türk-Kürt iç savaşı çıkarmak isteyenler bir daha bu amaçları için ortam oluşturamazlar.
Bu ülkede artık başörtüsü sorunu diye bir sorun olmaz. Türkiye'deki azınlık vatandaşlarımız öldürülme korkusu olmadan huzur içinde yaşayabilir...
Eğer demokrasi adına kazanımlar kurumsallaştırılmaz, Anayasa yeniden yazılıp özgürleştirilmez, yapılan değişiklikler demokratik yasalarla perçinleştirilmezse Türkiye için kâbusun geri dönme ihtimali her zaman vardır.
Aslında hükümetin bu konularda çok da istekli olmadığı, fakat eğer gerekli çabayı göstermezse ayakta kalamayacağını, hükümet etmesinin mümkün olamayacağını, defalarca ve defalarca devrilmiş olabileceğini anlamış olması ve tabii ki toplumsal baskı karşısında direnmeye gücünün yetmeyeceğini kavramış olması ile yürüyor bu işler.
"AK Parti'nin elinden gelse Ergenekon'dan vazgeçerdi" diyen Fehmi Koru'dur. Koru 2008 Ağustos'unda Habertürk'e verdiği bir röportajda aynan şunları söylüyor:
Soru- Ergenekon (operasyonu) kimin işi, hükümetin mi, hükümete rağmen mi?
"...Siyasi iktidarlar bu işlerden korkarlar ucu nereye gidecek bilinmediği için, kontrol edemeyeceği için. Geçmişte örneklerini çok gördük. Kontrgerillanın varlığını ilk telaffuz etmiş siyasetçi defalarca başbakan olmasına rağmen bunu yapamadı. Refahyol döneminde Susurluk kazası oldu, üzerine gidilmedi, faso fiso dedi. Belki anlamadılar belki üzerine gitmediler... Bugünkü siyasi iktidarın da eğer elinden gelse bu işe elini bulaştırmadan daha en başında vazgeçebileceğini düşünüyorum."
Geçenlerde Mehmet Ali Birand da medyadaki gelişmelerle ilgili olarak çok önemli bir söz etti. Şu tarihi sözleri söyledi:
"Bugün de asker olgusu medyanın kafasından gitmiş değil. Maazallah ortam değişse, medya hemen eskiye döner, ne iyi oldu da geldiler demekten çekinmez. Eğer Erdoğan asker üzerinde bir sivil otorite kuramamış olsaydı bugün de yayınlar farklı olmazdı emin olun."
Demek ki yapılması gerekenlerin yapılması savsaklanırsa kâbusun geri dönme ihtimali her zaman vardır.
Belki de AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar'ın son günlerdeki çabaları bu yüzdendir, kâbusun geri dönmemesi içindir. Çünkü eğer kâbus geri dönerse hayat en başta kendisine dar edilecektir!