Bakımı iyi yapılmış bir bahçe, coşkulu çiçekler, rokoko usulü asimetrik dokunuşlar, salıncaktan havaya fırlatılan feminen bir takunya ve belli belirsiz küçük ayrıntılar…
Fransız sanatçı Fragonard’ın ‘The Swing’ isimli rokoko eseri restorasyondan çıktı ve galerisindeki yerini aldı yeniden. Londra’nın kıyıda kalmış, nadide eserleriyle size hoş bir gün geçirten müzesi The Wallace Collection bünyesinde. Bir de sürpriz var tabi; müzedeki sanatsal aktiviteler ücretsiz…enfes çayı eşliğinde yorulunca dinlenebileceğiniz geniş de bir kafesi var.
Minik bir kaçamak, bu soğuk kış gününde.
Ben de ‘Salıncak’ eserinin geri gelişi vesilesiyle hem eseri ve hem de yoğun Fransız kokusu bürünmüş müze koleksiyonunu dikkatinize sunmak istedim.
Kim sevmez salıncakta sallanmayı? Sakinleştirici etkisinin yanında…herkes sever ayağının yerden kesilmesini! Hele ki aşağıda aşığınız varsa romantik bir sahneye baktığınızı düşünmez misiniz?
1865 yılında Hertford Markizi satın aldı ‘heykeller ile güzelleştirilen bir parktaki romantik anlar’ olarak tarif edilen eseri ki zaten o zaman da bilinen en kıymetli Fransız eserlerinde biriydi. Sadece müzenin gözdesi değil aynı zamanda 18. yüzyıl Fransızlığının simgesidir; dönen çizgiler, asimetrik köşegenler ve tatlı-pastel renkler…
18. yüzyıl zaten sanat yüzyılı ve Fransız yüzyılı değil midir?
Rokoko sanatının doğayı kopyalaması, dallar ve yaprakların simetriden bağımsız hareket etmesi ve ayrıntılar daha sonra gelen neoklasik sanatçılar tarafından sığ bulunur. Kaldı ki neşeli ve cilveli erkek kadın grupları, melekler ve mitolojik kahramanlar ki en çok da eroslar hazcılığa işaret ettiği için biraz da günahkar kabul edilir. Ayrıca tabi aristokrat, kaygısız ve şehvetli tasvirler üst tabaka havailiğine rağmen yüzeysel kabul edilirler.
Zaten salıncak da sadakatsizliğin eskiden beri bilinen simgesi değil midir?
Salıncaktaki genç metres arkada duran yaşlı baron tarafından itiliyor ama bunun nasıl bir iffetsizliğe doğru olduğunun farkında değil. Zira çalılar arasına uzanmış genç aşık salıncağa doğru nasıl da uzanıyor. Havadaki ayakkabı nefsine düşkünlük değil mi? Peki ya açılan etekler? Hepsi de iffetsizliğin resim sanatına yansıması olarak kabul ediliyor.
Heykellerin duruşu ise sır saklar gibi adeta...
Ayrıca yaşlı baronun ayağının dibindeki beyaz köpek de bilindiği gibi sadakati simgeler ve genç kadının müstehcen davranışını haber verir bir edayla havlıyor.
Yani 81 santimetre boyundaki bu esere verdiğiniz dakikalarınız boyunca aklınızdan ‘çilekli milkshake, merkezdeki genç aşık, düşürülen ayakkabı, kaza ile mi yoksa kasten ve inadına mı?’ düşünceleri ve soruları geçer. Zaten sembolizm dolu bir eser de bu surette tetkik edilir.
Neyse ki rokoko sanatı 1720 ile 1750 yılları arasında gözde olduktan sonra işte bu haller sebebiyle popülerliğini kaybetti. Ama yine de bu kısa zamana sığdırılan ayrıntılar ne kadar da şahanedir…gerek resim sanatında ve gerekse bina yüzeylerinde.
Peki ya salıncaktaki hikmet?
Sallanmak, özellikle kaygı düzeyi yüksek olan çocuklar için sakinleştirici bir harekettir. Sallanmak vücutta endorfin salgılanmasını sağlar, bu da çocukların kendilerini daha mutlu ve daha odaklanmış hissetmelerini sağlar. Sakin ve mutlu hissettiklerinde, sinir krizi geçirme veya aşırı öfke nöbetleri yaşama olasılıkları daha azdır. Bunun yanında genç aşıklar için de akla gelen bir semboldür. Kızın salıncakta oturması ve oğlanın da arkada durup onu sallaması. Düğün pozlarına kadar yansıyan bir dekor değil midir salıncak? Biz şehvet olarak algılamasak da temelinde var. Yani tüm iffetsiz şeyler için rokoko üslubunu suçlamamak gerekir.
‘Salıncak’ eserinin yanında yoğun Fransız etkisinde 5500 eser daha vardır Wallace Collection bünyesinde. Aslında biraz da 1789 Fransız Devrimi öncesi döneme ve kraliyet mensuplarına ait obje ve şahsi eşyalarla vakıf olmak isterseniz buyurun size estetik kaygılarla döşenmiş bir ev ve onun eşsiz kıymetteki eserleri.
Fransız mobilyalardan Sevres porselenlerine, nadir saatlerden Fransız kraliyet ailesine ait objelere rastlamazsınız sadece. İtalyan, İspanyol, Hollandalı ressamların nadide eserlerine de rastlayıverirsiniz. Canaletto’nun eserlerinin burada nasıl bulunduğunu merak ederek Reynolds ve Gainsborough’un en çekici tablolarının önünde yorgunluğunuzu hissetmezsiniz. Zevkler Prensi lakaplı Kral 4. George’un yakışıklı bile bulacağınız orta yaş bakışına, Murillo’nun yumuşak yüzlü kadınlarının olduğu yumuşak ışıklı sahnelere, Velazques’in ağlak kadınlarından Rembrandt’ın kuvvetli ve servetli kadınlarına, Rubens’in Meryem'e Rüşvet Kuyruğu eserinin detaylarına kadar…
Ve tabi aralık ayında gidince şöminelerden fışkıran Noel süsleri de; zengin görünümlü ve alımlı renkleriyle.
Bir istatistik ile sonlandırayım; üzücü bir istatistik ki Britanyalıların yarıdan fazlası Raphael veya Rembrandt'ı bilmez hatta adlarını dahi okuyamazmış. Her 10 kişiden 7 tanesi Pablo Picasso'ya ait bir eser adı söyleyemezmiş. Çağdaş sanat ve güncel artistlere gelince de durum neredeyse aynı ki her 5 kişiden 3'ü sokak sanatçısı Banksy'nin adını duymamış ve duvar resimlerini bilmiyor. Nüfusun yüzde 52'lik kısmı müze ve sanat galerilerinin/merkezlerinin giriş ücretlerini bahane etse de pek çoğunun ücretlerin ne olduğuna dair araştırma yapmadığı ortaya çıkıyor. Yapılmış olsaydı ücretsiz olduklarını fark ederlerdi.
Yani nüfusun yarıdan fazlasının sanat algısını gözden geçirmesi gerekir diye düşünüyor sanat ileri gelenleri ki ülkede bir 'Sanat Seferberliği' başlatılmış. O sebeple aracınızla otoyolda giderken şaşırtıcı ve nerden çıktı şimdi dedirten bir eser görürseniz bu sanat bilincini artırmaya dönük seferberliğin bir parçasıdır.
Hazır hava soğuk ve gün ışığı azken...yaşamınıza giren sanat objesi bol olsun!