Fenerbahçe camiasının dokuz aydır başına gelmedik kalmadı...
Şike soruşturmasından yöneticileri tutuklandı, hapse girdi...
Futbolcularının bir kısmı apar topar ülkeyi terkettiler...
Dokuz aydır bütün televizyon programları, gazete sayfaları Fenerbahçe’den, şikeden, küme düşmekten, puan silmekten bahsediyor...
İnsanların ve camiaların bir baskıyı kaldırabilme noktaları olur...
Fenerbahçe camiası bu eşiği çoktan aştı...
Üstüne üstlük, kendi sahasında son raddeye kadar getirdiği şampiyonluğu en büyük rakiplerine vermek zorunda kaldılar...
O ana kadar, içlerinde tutmaya gayret ettikleri öfke, kızgınlık, tepki bir anda bardaktan boşanırcasına içlerinden çıkmaya başladı...
En büyük rakiplerinin şampiyonluk kupasını kendi statlarında, kendilerinin gözleri önünde, kendi takımlarını yenerek, kendi takımlarının elinden aldığını görmek istemeyip saldırganlaştılar...
Saldırı hiçbir zaman kabul edilmez bu doğru...
Fakat bir de insanların ve camiaların zor kaldıracakları anlar ve durumlar vardır...
Kırk yıllık yazı işleri müdürlerinin genel yayın müdürlerinin tepkilerinden Fenerbahçe camiasının “sağlıklı bir ruh hali içerisinde olmadığını” gözlemleyebiliyoruz...
Biraz insan olan, arif olan bu durumu anlar ve daha fazla Fenerbahçe’nin ve Fenerbahçeliler’in üstüne gitmez...
İnsanlık bazı anlarda, anlayışla davranarak, susmasını bilmektir...
100 MİLYON DA GETİRSELER FERNANDES’İ FENERBAHÇE’YE SATTIRTMAM!..
Dün sanıyorum Post Medya internet sitesinde gördüm haberi...
Bir hafta önce kulağı delik, kadim bir dostumdan duymasaydım, çok önemsemeyip geçecektim...
Fakat ne tesadüftür ki, haber tıpkı kadim dostumun geçen hafta kulağıma fısıldadığı gibi, şok ediciydi:...
“Fenerbahçe Beşiktaş’tan Fernades ve İsmail Köybaşı’yı almak için 20 milyon euro’yu gözden çıkardı...”
Kadim dostum İsmail Köybaşı’yla birlikte değil de tek başına Fernandes’i söylemişti...
Ne enteresandır ki o da 20 milyon euro rakamını telafuz etmişti...
Kulağı delik dostuma, bunu dillendirdiğinde ne söylediğimi söyleyeyim, aramızdaki konuşmayı nakledeyim en iyisi...
Nasıl olsa dostuma söyledim bunları...
Başkasına söylesem durup dururken alınıverir şimdi!..
Şöyle dedim kadim dostuma:
“Fernandes’i ne ben ne de tribündeki herhangi bir Beşiktaş taraftarı Fenerbahçe’ye mümkün değil sattırtmaz...
20 milyon euro değil, 100 milyon euro verse yine sattırtmaz...
Kulüplerin bir itibarı vardır...
Beşiktaş en yıldız futbolcusunu Fenerbahçe’ye satmaz...
Zamanında Şenol Birol Beşiktaş’tan Fenerbahçe’ye gitti diye Beşiktaş tarihi onları hayırla yad etmedi...
Beşiktaş’ı şampiyon yapan Stankoviç Fenerbahçe’ye gidince, iki kulüp arasında ipler koptu...
Onun intikamı arkadan geldi...
Beşiktaş Fenerbahçe arasında futbolcu transferi yapılmaz mı?..
Yapılır... Örnekler mevcut...
Rüştü var, Tümer var, Alpay var...
Ancak bu örnekler, biraz da kulüplerinin isteğiyle yapılan transfere örnekler...
Futbolcunun en iyi olduğu zaman diliminde, takımın bir numaralı starıyken, Beşiktaş’tan Fenerbahçe’ye veya Fenerbahçe’den Beşiktaş’a gitmesini camialara anlatamazsınız...
Burada sözkonusu olan kulübün itibarı ve prestijidir...
Aziz Yıldırım 15 milyon euro verdi, Galatasaray’dan Arda’yı alamadı...
Fernandes’i de Beşiktaş’tan alamaz...
Hiçbir yönetim, Beşiktaş kulübünün prestijini düşürmez...
Mehmet Topuz’un son dakikada Fenerbahçe’ye transferini hatırla...
Bir hafta içinde Beşiktaş, Fener’in peşinden koştuğu Nihat Kahveci’yle astronomik bir rakama anlaştı...
Normalde bu kadar para etmeyecek Nihat Kahveci, sırf Mehmet Topuz’un elden kaçırılması karşılığı, faça bozulmasın diye, misilleme olarak alındı...
Böyledir bu işler...”
İşler böyledir de Fenerbahçe Arda’yı transfer etmek istediğini deklare ettikten sonra, Arda bir daha Galatasaray’a yar olmadı... Fenerbahçe’ye gitmedi, ancak
Galatasaray’a da yar olmadı Arda... Bu söylentilerin kötü tarafı, bir süre sonra futbolcunun kendi kulübüne hayrının kalmamasıdır...
Fernandes söylentisi doğruysa, Beşiktaş da Volkan’a astronomik bir rakam önermeye hazırlanmalı...
Bu işler çünkü böyle dönerler...
UFUK’UN BİRİCİK KIZI SU GÜLDEMİR’İN ALAÇATI’DAKİ GALERİSİ...
Genceciktik...
Benden üç yaş büyüktü Ufuk (Güldemir)...
O 24 ben 21...
Berlin’de birer yıl arayla Uluslararası Gazetecilik Enstitüsü’ne gitmiştik...
Oradan döndüğünde sanırım 1981 yılıydı, eşinin hamile olduğunu doğum yapacağını söylemişti...
“Su” öyle doğdu...
Dün akşam, posta geldi, zarfı açtım...
Birkaç gün önce beni arayan dostlarımın söylediği davetiye gelmişti...
Adı “Atölye Su...”
“19 Mayıs Cumartesi günü Alaçatı Genç Sanat Günleri kapsamında düzenlenen galerimizin açılış kokteylinde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız” diyor davetiyede...
Su; Alaçatı’da sanat galerisi açıyor, baba dostuna davetiye gönderiyor...
Tek bir kızı oldu “Su”, 51 yaşında hayatının baharında aramızdan göçüp giden, Habertürk’ü kurup Türkiye çapında bir marka haline getiren arkadaşım Ufuk Güldemir’in...
Bir süre sonra öleceğini bildiği günlerde, yeni bir çocuğunun olmasına “Hayır” dedi...
“O çocuğun büyüdüğünü göremeyeceğim, ne olacağını bilemeyeceğim... Yapmayalım...” dedi...
Su Güldemir, Ufuk’un tek kızı olarak kaldı...
Babasının bu isteğini Su Güldemir biliyor muydu, bilmem...
Bilmiyorduysa şimdi öğrenecek...
Gerçek budur...
“Su”, babasının dünyaya getirip büyümesini gördüğü, haz aldığı, gurur duyduğu tek kızı...
Alaçatı’da Atölye Su adı altında galeri açıyor şimdi...
Çocuklar büyüyüp, yaşam sahnesinde yerlerini aldıkça, bizler de onları seyrediyoruz...
Ama dünyadan, ama cennetten?..
Ne farkeder ki?.. Ruhlarımız onların yanında...
Ne mutludur kim bilir Ufuk şimdi oralarda...
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ
KORKULARLA YÜZLEŞMEK...
“Gerçek ve yüce bir benlik aramak için yola düşen kişi, daima var olduğunu asla bilmediği korkularla yüzleşmek zorunda kalır...
Bilinçsiz bir yaşam sürerken birçok korkumuz bilinçaltımızın krallığında yaşamaya devam eder...
Onların orada olduğundan haberimiz bile olmaz...
İçimizde uyku halindedirler...
Fakat vardırlar ve her biri tercihimizi etkileyip yaşamlarımızı görünmeyen bir boyuttan idare ederler...
Ancak biraz “uyanıp” yaşamlarımızı gerçekliğin çerçevesinden görmeyi tercih ettiğimizde korkularımız gün ışığına çıkmaya başlar...
Eğer üstesinden gelmek istiyorsak onlarla yüzleşmemiz gerekir...
Robin Sharma...”
Hayatı gerçekten farkındalıkla yaşamaya başladığımızda bilinçaltında birikmiş olan korkularımız da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar...
Her birinin geçmişten, çocukluğumuzdan, bebekliğimizden ve ilk gençlik yıllarından kaynaklanan nedenleri vardır...
Korkular yaşam esnasında bizi karar alırken sınırlandırırlar...
Tercihlerimizin sonsuz, sınırsız ve özgür olmasını engellerler...
Yaşamın farkındalığını duymuyorsanız, korkularınızın da farkına varmazsınız...
Yaşam tercihlerinizi sınırlandırır korkular...
Kendinizi geliştiremez, yeni dünyalara yelken açamazsınız...
Korkularla yüzleşmek çok zor gelebilir baştan...
Yendiğiniz her korku, hayatı sizin için özgürleştiren yeni bir zincirin kırılmasıdır...
Korkularınız, zincirlerinizdir...
Zincirlerinizi kırmadan özgürleşemezsiniz...
(Vatan gazetesinden alınmıştır)