Dünya medyası, 1 yıl öncesine kadar Türkiye'nin demokratik ve ekonomik dönüşümünü övgüyle anlatan haberlerle doluydu.


Yargı reformu, Kürt ve Alevi açılımları, azınlıkların haklarıyla ilgili gelişmeler ve sivil-asker ilişkilerinde atılan adımlar sayesinde Türkiye, bölgenin ve İslam dünyasının yıldızı gibiydi. Sadece siyasi alanda değil, Batı'nın krizde boğuştuğu ortamda milli gelirin 3 kat büyümesinden sosyal güvenlik reformuna; enflasyonla mücadeleden rekor büyüme oranlarına ekonomideki başarılar da göz kamaştırıcıydı.


Son Davos toplantısında yaşanan bir sahne, dün "Avrupa'nın hasta adamı" kabul edilen bu ülkede yaşayan herkes için gurur vericiydi. ''Küresel Ekonomiye Bakış'' oturumunda; IMF Başkanı Christine Lagarde, İngiltere Maliye Bakanı George Osborne ve Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick gibi önemli isimler vardı. Ama bu isimler arasında ekonomik krizin ağırlığını hissetmeyen tek isim, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan idi. Bu, oturumu yöneten Financial Times ekonomi yazarı Martin Wolf'un da dikkatini çekmiş ve Babacan'a söz verirken, şöyle demişti: "Burada tek siz imtiyazlı konumdasınız, bize ders verin."


Bazı olumsuz işaretlere ve orta vadede çözülmemesi halinde sıkıntı oluşturacak sorunlara rağmen ekonomide başarı sürüyor. İnşallah böyle de devam eder. Ama demokrasi karnesi için bunu söylemek zor. Kürt ve Alevi açılımlarının yerine 7 aydır aydınlatılamayan Uludere'yi; kürtajı, Yargıtay'ın cemevi kararını; Hazine'nin Mor Gabriel manastırına el koymasını; yargı reformu yerine demokratikleşme açısından kritik Ergenekon davaları dahil birçok konuda yargıya yapılan müdahaleleri, Büşra Ersanlı olayını ve medyadaki sancıları konuşuyoruz. Vaziyet böyle olunca dünya medyasına da bu olumsuz hava yansıyor. Bazen eleştiriler abartılı ve haksız olsa da genele bakıldığında olumsuz hava çok belirgin.


Nursuna Memecan, Andrew Finkel, Merve Kavakçı gibi isimlerle katıldığımız El Cezire kanalının The Cafe programı da bu gelişmeler yüzünden sıcak geçti. Medya Derneği üyeleri olarak gittiğimiz Huber Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de izlediğini öğrendiğim programda, kürtaj tartışmasından Uludere'ye, basın özgürlüğünden Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolüne birçok mesele gündeme geldi. AK Parti hükümetinin performansıyla ilgili bir soru üzerine verdiğim cevaba gelen tepkiler, ne kadar çok insanın aynı düşündüğünü gösterdi. Kısaca şu cevabı vermiştim: Karşılaştırmalı olarak bakarsak Türkiye, 10 yıl öncesine göre çok mesafe aldı. Düne göre demokrasi ve ekonomi açısından daha iyiyiz. AK Parti'nin bunda katkısı büyük. Ama daha çok yol alınması gerekirken 1 yıldır büyük duraksama var. Şahsen benim tercihim eski AK Parti'den yana."


1 yıl öncesine gidip, sonra bugün gelinen noktaya bakarsak, sanırım siz de bu tespite hak verirsiniz. 12 Haziran seçimlerinden önce (16 Nisan) Başbakan Erdoğan, "12 saat sonrasını göremeyen Türkiye'nin 12 yıl sonrasını görebildiğini" hatırlatarak AK Parti'nin 'seçim beyannamesini' açıklamıştı. Seçmene verilen bir taahhüt olan beyanname şu 5 başlıktan oluşuyordu: "İleri demokrasi; büyük ekonomi; güçlü toplum; yaşanabilir çevre; marka şehirler, lider ülke."


Konumuz olan "ileri demokrasi" başlığı altında sıralananlar ise satırbaşlarıyla şunlardı: Bir numaralı projemiz, demokratik, özgürlükçü, katılımcı yeni anayasa. Milli Birlik ve Kardeşlik projemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçilecek. Birilerinin arka bahçesi olan değil, milletin vicdanını temsil eden bir yargı sistemi inşa edeceğiz. Çetesiz, mafyasız, cuntasız bir Türkiye için mücadelemizi cesaretle sürdüreceğiz."


1 yıl sonra bu hedeflerde ne kadar yol alındığı maalesef ortada. Başkanlığını Prof. Yasin Aktay'ın yaptığı Stratejik Düşünce Enstitüsü'nün sivil-asker ilişkileri üzerine hazırladığı raporda yapılması istenen reformlar da olduğu gibi bekliyor; hatta Sayıştay ve Ombudsman'ın yetkilerinde olduğu gibi son dakika müdahaleleriyle geriletiliyor. İşte bu rapordaki yapılacaklar listesinden anayasa değişikliği gerektirmeyen, yasalarla yapılabilecek ama bekleyen reformlar listesi: -TSK'nın harcamalarının siyaset tarafından tam denetimi; -Sınırlı denetlenme imkânları bulunan TSK Güçlendirme Vakfı ve Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF) kanalıyla yapılan harcamaların bütçe içine alınması; -Sayıştay'ın ordu üzerindeki denetim yetkisini tam olarak kullanmasının sağlanması; -Askerî bir görünüm sergileyen Milli Savunma Bakanlığı'nın mümkün olduğunca sivilleştirilmesi; -OYAK'a kanunla tanınan ayrıcalıklara son verilmesi; -Profesyonel orduya geçişin hızlandırılması, kadro ihtiyaç planlamasının yeniden yapılarak sayının küçültülmesi; -Terfi sisteminin gözden geçirilmesi; -Darbe gerekçesi yapılan 35. maddenin iptali."


Eski AK Parti'yi geri istemekte haksız mıyım? Kaybedilen zamana yazık...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)