Tunus\'ta başlayan \'Arap Baharı\', bölgede uzun zamandır beklenen özgürlüğe kavuşma adına bir fırsat olma potansiyeli taşıyor.

Birçok olumsuzluğa rağmen Tunus, Mısır, Yemen ve Libya\'da değişim yönünde adımlar atıldığına şüphe yok. Ancak \'Arap Baharı\'nın, çoğu otoriter rejimlerle idare edilen ülkelerin iç siyasetini altüst etmekle sınırlı kalacağı sanılıyordu. Halbuki Suriye\'ye yansıyan haliyle süreç, hem bölge ülkelerinin hem de küresel güçlerin ilişkilerini de sarsmaya başladı.

Türkiye ile Suriye yönetimi arasında 6-7 yıldır yaşanan bahar havasını kışa çeviren \"Arap Baharı\", İran ile ilişkileri de raydan çıkarmak üzere. Bu yönüyle sürecin kurbanlarından biri de Ortadoğu\'da hem halklarla hem yönetimlerle iyi ilişki geliştiren; Araplara yakınlaşırken İsrail ile normal ilişkilerini sürdüren; her türlü kışkırtmaya rağmen mezhepçi siyaset tuzağına düşmeyen Türkiye\'nin dış siyaseti.

Tabii, dengeleri böylesine altüst eden Arap Baharı\'nı Türkiye sipariş etmedi. Herkes gibi Türkiye de bunu önünde buldu. Hariciye\'ye kalsa bölge halkları arasında kültürel, ekonomik yakınlık artacak; vizeler kalkacak; zaman içinde rejimler açılacak ve belki Ortadoğu\'da AB benzeri bir yapı oluşacaktı. Şimdilik bu beklenti askıda; belki ülkelerin iç dönüşümlerini tamamlamasını bekleyecek.

Özde,Türkiye\'nin durduğu yer aynı. Demokratik bir dönüşüm yaşayan Türkiye, Arap Baharı\'ndan önce de değişim yanlısıydı ve bu yüzden İranlılar dahil halkların ilgisini çekiyordu. Arap Baharı\'ndan sonra da değişim, demokrasi ve halklardan yana. İçeride otoriter mirasla hesaplaşan Türkiye\'nin başka şansı da yoktu. Suriye ile ilişkilerin bozulmasının nedeni, Esed\'in değişimi değil, buna direnmeyi seçmesi.

İran\'da da durum farklı değil. En büyük çatlak; Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn\'deki ayaklanmalara \'İslami uyanış\' diyerek destek veren İran\'ın, Suriye\'de benzer şartlar altında yaşayan halkın direnişe geçtiği Baas\'tan yana tavır almasıyla çıktı. Buna rağmen son dakikaya kadar Türkiye, sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali olan nükleer gerilimi düşürmek için hayırhah bir komşu gibi davrandı. En son İstanbul\'da nükleer zirveye ev sahipliğine hazırlanıyordu.

Tam bu sırada bu iyi niyetli tavırlara rağmen İranlı yetkililer, Türkiye\'ye hakarete başladı. İran Meclis Başkanı, eski nükleer başmüzakerecisi Laricani, İstanbul\'daki Suriye Halkının Dostları toplantısına katılan 83 ülkeye \"İsrail\'in rüşvetçileri\" dedi. Dışişleri bakanları Salihi ve Davutoğlu, krizi gidermeye çalıştı. Ama sonra Tahran\'dan, nükleer toplantısı için İstanbul yerine Bağdat veya Şam\'ı düşündükleri açıklaması geldi. Bunun üzerine de İran\'la ilişkileri geliştirmek için her adımı atan Erdoğan, şu ağır sözleri sarf etmek zorunda kaldı: \"Dürüst olmak lazım. Dürüst olunmadığı için dünyada sürekli olarak itibar kaybına devam etmektedirler. Bu, diplomasinin dili değildir. Bu başka bir dildir. O da bana yakışmaz.\"

Bu tablo, İran devrimine sempatiyle bakan İslamcıdan sade Türk vatandaşına; medyamızdan siyasi partilerimize herkesin İran\'ı bir daha düşünmesini ve anlamaya çalışmasını zorunlu kılıyor. Mısır\'da halkı alkışlayan İran, Suriye\'de neden Baas\'ın yanında yer aldı? Anayasası, \"Despotizmin her türünün ortadan kaldırılmasını\" emreden (3. madde, 6. fıkra) İran yönetimi nasıl halkını öldüren bir diktatörlüğü savunuyor? En tepe yöneticilerin bir hafta önce verdiği söz neden 5 günde unutuluyor? Gerçek buyken nükleer konusundaki taahhütlere ne kadar güvenilir? Ortadoğu\'da hedefi ne? Türkiye\'yi nasıl görüyor?

Birçoğumuzda şaşkınlığa yol açan bu durum, tarihte ve son 30 yılda İran\'ın çizgisini bilenler için hiç sürpriz değil. Bu bağlamda Today\'s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş\'in \"İran: Tehdit mi, Fırsat mı?\" kitabı zihin açıcı bir çalışma. Keneş\'in, mide kanaması geçirme pahasına kendini vererek İran Devrimi\'nin dış politikası üzerine yaptığı kapsamlı doktora çalışmasının bir bölümünü kapsayan kitap, yukarıdaki birçok soruya cevap veriyor.

Osmanlı\'nın Avrupalı güçlerle her savaşında İran\'ın saldırısına uğradığı; Filistin konusunda İslami duyarlılıkla çok ses çıkaran İran\'ın Azerbaycan\'daki işgale rağmen Ermenistan\'la iyi ilişkileri olduğu; bugün Humus\'ta katliama destek veren İran\'ın 1982\'de de Hama\'ya ses çıkarmadığı; adı \'İslam\' devrimi olsa da İran\'ın İsrail ve ABD ile gizili görüşmeler bile yapabilen pragmatik/milli bir siyaset izlediği; takiyyenin sistemde köklü mezhepsel bir meşruiyete dayandığı; Devrim Muhafızları, dini sınıf ve seçilmişler arasındaki güç mücadelesinin İran\'ın dış siyasetini de etkilediği tespitleri kitapta göze çarpan tespitlerden sadece birkaçı.

En iyisi, İran bu kadar gündemdeyken kitabı alıp okumak. Bu sayede daha az şaşırır; belki daha az yanlış yaparız.

ZAMAN