Geçen 6 aylık dönemde medyayı konu alan açıklamaları üzerinde yaptığımız bir tarama, karşımıza Erdoğan’ın bu konudaki mesajlarını ifade ediş şekilleri ve bunların içeriğine ilişkin bir dizi kalıp çıkarıyor. Bunları özetlemememiz gerekirse:
TOPYEKÛN SALDIRI: Birinci kategoride “topyekûn taarruz” diyebileceğimiz bir strateji var. Bu stratejide hedef “çoğul” olarak ifade ediliyor ve moda terminolojiyle konuşursak “angajman kurallarında” genellikle en son eşiğe saklanan ağır darbe hemen en baştan indiriliyor. Bu tutumun en çarpıcı örneği, Başbakan’ın geçen salı günü yaptığı grup konuşmasında Suriye politikasını eleştiren “bazı köşe yazarları”na “satılmışlar”, “sanki bu memleketin evladı değiller...” gibi hakaretamiz ifadelerle yüklenmesiydi. Bu tür saldırılarda kamuoyu Başbakan’ın kimi kastettiğini tam olarak bilmiyor ve genelleyici etkisi nedeniyle herkes mesajı kendi üstüne alabiliyor. Dolayısıyla hasar geniş bir alana yayılıyor. Erdoğan, konuşmalarının önemli bir bölümünde çok sık “medya” diyerek menzil küçültmeden herkesi içine kattığı genelleyici bir dil kullanıyor.
TEKİL HEDEFE SALDIRI: Burada saldırının yöneldiği hedef tek. Başbakan, çoğunlukla gazetecinin, yazarın ismini geçirmese de güncel gelişmeler çerçevesinde yaptığı tasvirden kimi kastettiği çok açık bir şekilde belli oluyor, kamuoyu Başbakan’ın salvolarının hedefini tanıyabiliyor. Örneğin ‘Ben eli silahlı olanlardan korkmadım, Kasımpaşalı Tayyip’ten mi korkacağım’ diyen Taraf’tan Mehmet Baransu ile açıktan polemiğe girebiliyor Erdoğan. (3 Ocak) Ya da “paşa”ya dönük “tasma” benzetmesi çerçevesinde Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun’u hedef alabiliyor. (27 Mayıs)
İNCE DOKUNDURMALAR: Bir de aslında Başbakan’ın memnuniyetsiz olmakla birlikte sert bir üsluba yönelmediği, sadece
küçük taşlar atmakla yetindiği durumlar var. Örneğin, İngiltere’de telekulak skandalı çerçevesinde bazı gazetecilerin tutuklanmasının Türk basınında işlenmemiş olması Başbakan’ın topa girmesi için yeterli bir durumdur.
Başbakan, burada “Dikkat edin bizim medyamızda göremediğiniz, göremeyeceğiniz ya da küçük bir haberle geçiştirilen İngiltere’deki olayı da burada hatırlatayım” diye iğneyi batıracaktır. (7 Mart) Basını sıkça işini eksik yapmakla, başta terörle mücadele olmak üzere önemli olayları gereğince değerlendirmemekle suçlaması, Başbakan’ın genel bir tutumu olarak beliriyor.
GAZETECİLİK NASIL YAPILIR? Erdoğan’da sıkça gördüğümüz bir eğilim, neyin gazetecilik olup, neyin olmadığını belirlemeye de kendisini mezun görmesidir. Bu tutumunun en çarpıcı örneklerinden biri, geçen şubat ayında “Tinerci bir nesil mi yetiştireceğiz” şeklindeki sözlerinin ardından CNN Türk’te bir tinerci çocukla söyleşi yapan Cüneyt Özdemir’e ismini vermeden çatması, “Şu gazeteciye bak. Gazetecilik bu mu? Görsel medya bu mu? Sen onu oraya çıkarmakla tiner kullanmaya meşruiyet kazandırıyorsun. Bu nasıl bir gazeteciliktir” diye konuşmasıdır. (8 Şubat)
BASIN OMBUDSMANI MI?: Keza gazetelerde gördüğü hatalara da anında tepki veriyor, örneğin bir gazetenin birinci sayfasında çıkan fotoğraftaki hatayı bizzat kürsüden düzeltebiliyor Başbakan. TBMM Genel Kurulu’nda AKP’li milletvekilinin CHP’li milletvekilinin
boğazına sarıldığını yazan bir gazete haberindeki hata karşısında “Önce o fotoğrafı iyi bir
incele, bak. Orada gırtlağa sarılan benim arkadaşım mı? Renkkörlüğün yoksa anlarsın. Ama renkkörlüğü varsa anlayamazsın” diye “ayar vermesi” sıkça karşılaşılan bir Erdoğan klasiğidir. (13 Mart)
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)