Ayağa düştü bazı değerler artık. Kullanıldı, istismar edildi, paspas gibi çiğnendi ve itibarsızlaştırıldı. Kutsallar yanlış insanların ağzında sakız gibi çiğnendikçe anlam kaybına uğradı.
Baksanıza, bugün basın özgürlüğünü Ekrem Dumanlı savunuyor!
Oysa, “özgür basın” denildiğinde en arkada durması gerekenlerden biri O. Çünkü, bir grubun mensubu. Bunu kendisi de kabul ediyor. O grubun amiral gemisi olan gazetede Genel Yayın Müdürlüğü yapıyor. O grubun kabullerinin dışında herhangi bir adım atması mümkün değil.
Pensilvanya’da çektirdiği fotoğraf ortada. Huzura çıkmış, ayakta el pençe divan duruyor. Yani, özgürlük alanı huzurunda dikildiği kişinin çizdiği sınırla kısıtlı.
Onun dışında hareket edemez, hatta kıpırdayamaz.
Bizim durumumuz ise çok farklı. Ben gazetecilik hayatıma Akajans’ta başladım. Tercüman, Akşam, TV 8, Dünden Bugüne Tercüman, Bugün ve Takvim gibi basın organlarında görev yaptım. Kemal Ilıcak, Sedat Çolak, Mehmet Ali Ilıcak, Mehmet Emin Karamehmet, Nazif Günal, Turgay Ciner, Akın İpek, Ahmet Çalık gibi medya patronları ile birlikte çalıştım. Bugün çalıştığım gazetenin sahibi de Ethem Sancak.
Kimi zaman anlaşamadım, kendim ayrıldım. İki defa da fikirlerimi beğenmeyen gazetelerden kovuldum. Biri Karamehmet’in Akşam Gazetesi, diğeri de şimdi “Özgür basın susturulamaz” diye bağıran Bugün Gazetesi.
* * *
Bunların “Özgür Basın” denildiğinde anladıkları o kadar farklıdır ki…
1997’de dağıtım tekeli tarafından bir gece kamyonlardan atılan ve dağıtılmayarak susturulan gazeteler için kıllarını kıpırdatmadılar. Biz “Dağıtım kartelini” kırmak için Meclis’te mücadele ederken sırra kadem bastılar. Hep “bize ne” tavrı içine girdiler.
28 Şubat sürecinde gazete yöneticileri askerlerin karşısında esas duruşa çekilirken de “tam siper” halindeydiler. 28 Şubat’tan 10 gün önce Akşam Gazetesi olarak Ankara-Kızılay’da gerçekleştirdiğimiz “demokrasi buluşmasında” da kayıptılar. Kaçıp gelmedikleri gibi, uğradığımız saldırılar karşısında da üç maymunu oynadılar.
Taarruz geçip saklandıkları siperden çıktıktan sonra ise, kahraman rolüne büründüler.
* * *
“Basın Özgürlüğü” öyle mi? Güldürmeyin insanı…
2013-2014 yılları arasında TRT’de “İnce Çizgi” isimli bir program yapıyordum. İlk günden itibaren kurum içindeki Paralel Yapı’nın hedefi oldum.
Şimdi sıkı durun, öyle kumpaslar kurdular, öylesine engellemeler yaptılar ki, inanılır gibi değil…
Hukuki bir takım gerekçelerle program sırasında TRT’den sorumlu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı hedef alan açıklamalar yaptırarak beni sıkıntıya sokmak istediler. Bülent Bey de bunu gayet iyi biliyor.
Konuklarıma karışmaya çalıştılar. Bazı AK Partili milletvekillerine, üniversite rektörlerine bile ekran yasağı koyduklarını söylediler. Çünkü, kendileri gibi düşünmüyordu onlar.
“Hayır” diyemezler, belgeleri var elimde. Hepsini isim isim açıklarım.
Sözde “güzelleştirme” bahanesi ile programın dekorunu değiştirip konukların oturamayacağı bir hale getirdiler. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ sığamadı o dekora. Program boyunca kıvrandı durdu.
Amaçları İnce Çizgi’yi bitirmek ve susturmaktı. Program öncesi önlerini ilikleyip karşıma geçiyor, “Abi bir emrin var mı?” diyorlardı. Canlı yayın başladığında rejiye gidip “sabote edin” talimatı veriyorlardı.
İki yüzlü ve kaypaktılar.
“Hayır” derlerse, bunları da tanıklarıyla ortaya dökerim.
Ben sadece örnekler içinde bir örneğim. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi susturmaya çalıştılar. Hem de son derece çirkin oyunlar oynayıp, kumpaslar kurarak!
* * *
Şimdi bütün olan biteni hayretle izliyorum. Her “Özgür basın susturulamaz” dediklerinde tüylerim diken diken oluyor.
Çünkü ben bunların ciğerini biliyorum.
Bunların “özgür basından” anladıkları, herkesin susması, sadece kendi bayraklarının sallanması. Bu uğurda yapabileceklerinin sınırı da yok. Tıpkı Ekrem Dumanlı’nın BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’a ve AP Başkanı Martin Schulz’a mektup yazarak, Türkiye’yi şikayet etmesi gibi.
“Basın özgürlüğü” ve “özgür basın” öyle mi?
Hadi oradan, amiyane tabiri ile yemezler!
(Akşam'dan)