Amerika’da başlayan ekonomik kriz Avrupa’da ilk zamanlar biraz bıyık altından gülümsemelerle takip edilse de durumun vehameti kısa zamanda fark edildi. Kısa zamanda bıyık altından gülümseme yerini ne tür önlemler alınması gerektiği yönünde kafa çatlatmaya bıraktı. Bu hem AB yönetimi hem de üye ülkeler seviyesinde iki ayaklı yürütülen bir çabaydı. Hal böyle olunca üye ülkelerin biribirlerinden etkilenmeleri de söz konusuydu. Nitekim Yunanistan, İrlanda, İspanya ve Portekiz’de krizin boyutları, bu ülkelerin krizin getirdiği yükün altından tek başlarına kalkamayacaklarını gösterdi. İlk etapta bu ülkelere olağanüstü destekler verildi. Ancak bu desteklerin de etkili olmadığı, hatta durumun günden güne daha da kötüye gittiği anlaşıldı. Hatta Yunanistan’ın iflas konumunda olduğu aşağı yukarı kesinleşti. Bu yetmezmiş gibi İtalya ve Fransa’dan tehlike sinyalleri gelmeye başladı.
Bütün bu gelişmelerin ışığında Hollanda’ya bakacak olursak, hem ekonomik, hem sosyal hem de siyasi olarak ciddi bir hareketliliğin olduğunu gözlemlemekteyiz. Daha da ileri giderek, bu durumun bir eksen kaymasına bile sebep olduğunu iddia etmemiz mümkündür. Oldukça tartışmalı bir şekilde geçtiğimiz yılın kasım ayında kurulan azınlık hükümetinin bütün mesaisini ekonominin idaresine harcadığını söylersek kesinlikle abartmış olmayız. Halbuki kamuoyunda, azınlık hükümetine destek veren anti-islamcı Wilders’in hükümeti sürekli azınlıklar konusunda sıkıntıya sokacağı beklentisi, bazı kesimlerde de arzusu hakimdi. Bugüne kadar bu durum bir kaç salvoyla sınırlı kaldı diyebiliriz. Hatta Başbakan Rutte’nin partisinin önemli adamlarından biri olan Alcatel’in genel müdürü Ben Verwaayen’a göre “Müslümanlara karşı olma modası” bitmiştir. Keşke haklı çıksa diyerek Hollanda’ya göz atmaya devam edelim.
Hollanda’da geleneksel olarak her yıl eylül ayının üçüncü Salı günü hükümetin mali raporu kraliçe tarafından İkinci Meclis’e sunulur. Bu güne “Prensler Günü” dendiği halde, mali rapora da “milyonlar notası” adı verilir. Adından da anlaşılacağı üzere çok yüksek meblağlar söz konusudur. Bir diğer gelenek haline gelen durum ise, bu notanın her yıl bir şekilde vaktinden önce basına sızmasıdır. İşte bu yılın programı da, neredeyse belirlenen tarihten bir hafta önce, meraklı bir gazeteci tarafından Google marifetiyle bulundu. Bu da tabii ki tartışmaların planlanandan önce başlamasına sebep oldu. İlk belirlemelere göre notadan memnuniyetsiz olanların oranı çoğunlukta gibi görünüyor. Notada merkezi idarenin 244 milyar euro gelire karşılık 257,4 milyar euro giderinin olduğu görülmektedir. Bu da 13,4 milyar euroluk bir bütçe açığına tekabül etmektedir. Geçen yıl hükümet kurulurken açıklanan devlet borçlarında 30 milyar euroluk azaltma hedefine ulaşılamadığı da böylece ortaya çıkmıştır. Her ne kadar 30 milyarlık hedef 4 yıllık iktidar dönemini kapsasa da ilk yıldan itibaren bu hedefin tutturulamayacağı kanaati oluşmuştur. Üstelik bu 30 milyarlık tasarruf sadece iktidar partilerinin hedeflediği bir meblağ değildir. En sağından, en soluna her siyasi parti bu konuda aşağı yukarı hemfikirdir. Ayrılık bunun acısının kimler tarafından çekilmesi hususundadır.
Hollanda’nın başarılı Maliye Bakanı Jan Kees de Jager rakamlarla boğuşup herkesi memnun edecek bir bütçe oluşturmaya çalışıyor çalışmasına da, çoğu zaman onu çaresiz bırakan bir yığın gelişme olmaktadır. AB’ye en büyük mali desteği yapan ülkelerden birisi olan Hollanda, gerek Yunanistan gerekse diğer bazı AB ülkelerindeki krizden dolayı oldukça sıkıntılı bir dönem geçirmektedir. Hükümeti dışarıdan destekleyen Wilders Yunanistan’a yardım yapılmasına şiddetle karşıdır. Hatta sırf bu yüzden varoluş gerekçesi islamofobiyi bile ‘ihmal’ etmektedir. Bazı gözlemciler bu muhalefetin şiddetine vurgu yapmak için Yunanlılara “Wilders’in yeni Müslümanları” demektedirler. Bakalım de Jager bu işin içinden nasıl çıkacak, bekleyip göreceğiz. Salı günü (20 Eylül) Kraliçe Beatrix’in Ridderzaal’da (Şövalye Salonu) Birinci ve İkince Meclis üyeleri, yüksek yargı organları temsilcileri ve kraliyet ailesinin huzurunda okunduktan sonra başlayacak siyasi tartışmalar yankısını sadece Hollanda’da hissettirmeyeceğini daha şimdiden söylemek mümkün. Hem Bruksel’de hem de diğer başkenlerde de bu yankılar mutlaka duyulacaktır.
Hollanda her ne kadar yüzölçümü olarak küçük olsa da, özellikle AB mali politikalarında söz sahibi olmak hususunda kendini çok büyük hissetmektedir. Bu amaçla da iç politikadaki denge ve dinamikleri de koz olarak ortaya sürmekten çekinmemektedir. Wilders’in tavrının anlamının da bu bağlamda düşünülmesi gerekir.