EKONOMİ biliminde tüm varsayımlar baştan aşağıya değişiyor, yepyeni bir paradigma ortaya çıkıyor ve bunun Türkiye de dahil birçok ülkede kısa süre içinde ekonomi politikalarında ve siyasetin yapısında çok önemli değişiklikler getirmesi beklenebilir.
Global şirketlerin üst yöneticileri ve onlara fikir veren ekonomistler, son yıllarda ekonomilerde fakirlerin önemini keşfettiler.
TÜM VARSAYIMLAR DEĞİŞİYOR
Bugüne kadar ekonomi biliminin temel varsayımı, sadece nüfusun en üst gelir düzeyinde olan yüzde 20'lik bölümünün önemli olduğuydu. Şirketlerin ürettiklerinin yüzde 80'ini bu kesime sattıkları tespit ediliyordu veya bu varsayılıyordu ve tüm kararlar bu duruma uygun olarak alınıp uygulanıyordu.
Bu durumun siyasetin yapısını nasıl etkilediğini tahmin edersiniz; yüzde 20'nin dışında kalan kesimler neredeyse yok farz ediliyordu. Popülist kaygılarla bu kesime bir şeyler söylense de pratikte gerçek değişimi getirecek tedbirler alınmıyordu.
Ancak bu durum değişti. Zorunlu olarak değişti.
Global düzende son gelişmeler ve Hindistan ile Çin'in global ekonomide çok büyük oyuncular olarak öne çıkmaları nedeniyle ekonomi bilimi artık eski varsayımlarıyla çalışmıyor.
FAKİRLER POTANSİYEL TÜKETİCİ
Bu iki ülkenin gittikçe büyüyen iç pazarlarında iş yapmaya çalışan tüm uluslararası şirketler, artık "Toplumun yüzde 20'sine nasıl mal satarız?" diye değil, "Gelir dağılımının tabanında yer alan çok fakir insanlara nasıl hitap ederiz, onları nasıl tüketici yaparız?" diye düşünüyorlar.
Çünkü sayıların büyüklüğü, piramidin tabanındaki bu potansiyel müşteri grubunu olağanüstü önemli yapmış durumda.
Bu insanlar aslında çok az para harcayabiliyorlar ama harcadıkları paranın toplamı olağanüstü oluyor.
OLAĞANÜSTÜ PARALAR
Dünya Bankası'nın hesaplamasına göre, tepedeki yüzde 20'nin aksine piramidin tabanında dünya ölçeğinde 4 milyar kişi bulunuyormuş. Şimdi dikkat kesilin, bu 4 milyar kişinin yıllık harcama tutarı toplamı 5 trilyon dolarmış.
Son yıllarda dünyanın dikkatinin üzerlerinde toplandığı iki ülke olan Çin ve Hindistan'daki sosyal yapılar nedeniyle fakirin ekonomideki gücü yeni fark edilmeye başlandı.
ŞİRKET İDEOLOJİSİ DE DEĞİŞİYOR
Bugüne kadar harcama gücü iyi olan kesimlere mal satmak üzerine strateji kurmuş şirketler, artık düşük miktarda harcama yapsalar da toplam olarak büyük bir güç oluşturan insanlara mal satma stratejileri geliştiriyorlar.
Çin ve Hindistan'ın iç piyasasında iş yapmadıkları takdirde gelecekleri olamayacağını anlayan tüm büyük şirketler, "Fakiri nasıl tüketici yaparız ve onlara hangi malları nasıl satarız?" diye düşünüyorlar. Şirketlerin yeni jargonunda artık "Bottom of the Pyramid Products" diye bir kavram var. Yani piramidin tabanına hitap eden malları bulmak ve bunları uygun bir şekilde pazarlamak stratejisi arıyor şirketler.
Marx'ın tespiti geçerliliğini hiç kaybetmemiştir ve bu tespit bugün çok daha önem kazanmaktadır.
Ekonomi altyapıdır, siyaset ise üstyapıyı oluşturur ve altyapı üstyapıyı belirler.
SİYASETTEKİ ETKİ
Piramidin tabanının bir ekonomik güç olarak ortaya çıkması, dünya ölçeğinde siyasetin yapısını değiştirecektir.
Türkiye'nin de bu değişimin dışında kalması mümkün değil.
Çünkü bizdeki global oyuncu şirketler de fakiri ön plana alan mal satış stratejileri geliştirmek zorunda kalacaklar ve bunları sadece dış pazarlarda değil iç pazarlarda da uygulayacaklar. Ayrıca Türkiye'de iş yapan global yabancı şirketler de bu yeni stratejiyle iç piyasayı genişletmeye uğraşabilirler.
Yani Türkiye'de de fakirin toplam alım gücü önümüzdeki yıllarda çok önem kazanabilir.
AKP'NİN AVANTAJI
Bu kesim üzerinde ideolojik hâkimiyeti bulunan AKP'nin bir an önce dünyada yeni bulunan ekonomi stratejilerini öğrenip uygulamaya başlaması ve ayrıca global düzene katkı olarak yeni stratejileri Türkiye'de bulması gerekiyor.
Sosyal demokratların işi daha zor bu yeni dünyada; çünkü geleneksel sosyal demokrasi bakışında fakir, yardım edilecek bir sosyal grup olarak algılanıyor. Ama şimdi fakirler potansiyel tüketiciler olarak global oyuna sokuluyorlar ve sosyal demokrasinin bu büyük değişimle nasıl baş edeceği pek belli değil.
Yani AKP oyunu akıllı oynarsa ve yeni global düzeni iyi okursa bu gelişmeden çok yararlı çıkabilir ve ihmal ettiği yeni doğal seçmeniyle yeni ekonomik politika bağlantıları kurabilir.
YENİ KAPLANLAR
Deneyim gösteriyor ki potansiyel tüketiciler olarak görülen fakirler, kendilerine yönelik bir ekonomik hamle yapıldığında ilk aşamada küçük üreticiler olarak işler kuruyor.
Bu bizim Anadolu kaplanlarının başlangıç aşamasına benzeyen bir durum. Her küçük iş sahibi de başka fakirlere iş sağlıyor ve bu hem sosyal politikalar hem de iç tüketim piyasasını oluşturma açısından büyük imkânlar sağlıyor.
Okullar açılırken
OKULLARIN açılmasına çok az kalmışken ve dünyada fakirlerin potansiyel tüketici olarak önemleri artarken, eğitim düzeyi hayli düşük olan bu kesimin eğitilmesi de çok önem arz ediyor.
Eğitim bu yüzden hemen her ülkede bir ulusal güvenlik sorunu olarak kabul edilmeye başlandı. Çünkü yeni global düzende fakirler, potansiyel tüketiciler ve potansiyel işadamları olarak sisteme girmeye hazırlanırken bu insanların olabilecek en iyi eğitimi almalarının da önemi çok artmış durumda.
İşte bu yüzden Çin, dünyanın en iyisi ve en düzgünü olarak kabul edilen Danimarka'nın eğitim sistemini alıp uygulamaya başladı. Biz de hızlı sistem değişiklikleriyle eğitim sistemimizde deneyler yaparken dünyanın yeni gerçeklerini de daima göz önüne almalıyız ve ülke olarak global düzende başarımızın buna bağlı olduğunu hiç unutmamalıyız.
Çin üzerine bir Hint fıkrası
ÇİN Lideri Deng Şiaoping, arabasının arka koltuğunda oturmuş gazetesini okuyormuş. Şoförü bir süre sonra, "Efendim yolda komünizm için sola, kapitalizm içinse sağa dönün işareti var. Ne yapayım?" diye sormuş.
Lider, "Hiç sorun yok, sadece sola dönüş sinyali ver, sonra da sağa dön yoluna devam et" demiş.
Banka riskleri
OLUŞMAKTA olan yeni global düzen, bankerler açısından Thomas Huxley'in kitabının başlığı gibi "Brave New World" (Cesur Yeni Dünya) anlamına gelecek. Çünkü yeni ekonomik düzende bankerler, potansiyel tüketiciler olarak ortaya çıkacak olan fakirlere kredi açmak zorunda kalacaklar.
Bu tabii bankerlerin kredilerde risk analiz sistemlerinin baştan aşağıya değişmesi anlamına gelecek. Şimdiye kadar ağırlıklı olarak piramidin tepesindeki yüzde 20'ye kredi açmaya alışmış bankacılık sektörü, bundan sonra piramidin tabanını düşünerek yeni düşük riskli kredi sistemleri üzerinde düşünmeye başlayacak.
Ben Türk bankacılık sisteminin bu yeni düzene kolay adapte olacağını düşünüyorum. Hatta Çin ve Hindistan'da önümüzdeki yıllarda güçlü Türk bankalarının kuvvetli merkezler oluşturup çalışmaya başlayacaklarını da düşünüyorum.
(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)