Ruhban Okulu'nun başına gelenler, hiçbir şeyi çözmeden sürüncemede bırakmayı esas alan devlet geleneğimizin tipik örneklerinden biri.
Heybeliada’nın tepesinde cezbedici ve tarihi bir binadır Ruhban Okulu. 1980’lerin başlarına kadar Ruhban Okulu kapalı olsa bile Rum Lisesi orada eğitim görürdü. Şimdi hiçbirisi yok. Manzara ise bütün haşmetiyle duruyor.
Küçük bir grup Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, Ruhban Okulu’nun, oradaki kilisenin yıkılmadan ayakta durması için olağanüstü bir gayret harcıyor. Bir ay önce, kilisenin tamiri için uğraşıldığına bizzat tanık oldum.
1844’te kurulan Ruhban Okulu, 1971 darbe döneminde, özel yüksekokullar kapatılırken, “denk getirilmiş” ve kapatılmıştı. 127 yılda bine yakın din adamı yetiştiren bu okulun açılması için her yeni hükümet sözler verdi. Ama sözler sanki “bir yere takılıp kaldı”, yasak sürdü.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “engelleme”lerden kendisinin de payını aldığını itiraf ediyor: “Milli Eğitim Bakanlığım döneminde, devletin mekanizmaları, rezervi söz konusu olmasa, yetkim olsa 24 saatte açardım.”
AK Parti 10 yıldır iktidarda. Peki “devletin mekanizmaları ve rezervi” devam ediyor mu? Hâlâ Ruhban Okulu açılabilmiş değil.
Dün Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Fener Rum Patrikhanesi’ndeki ziyaretinde, başka ülkelerdeki uygulamaların karşılığı olarak yurttaşlarımıza yasaklar koymanın anlamsızlığına dikkat çekti: Yunanistan’ın Avrupa’da cami olmayan tek başkent olması ve Batı Trakya’da yaşayan Müslümanlara dini haklarının verilmemesine atıf yapan Görmez, şöyle konuştu:
“Muadelet esasının, özellikle haklar ve özgürlükler konusunda çağdaş dünyanın üzerinde ısrarla durduğu muadelet esasının ahlaki olmadığını düşünüyorum. Büyük bir ülkenin herhangi bir ülkeye, ‘Sen oradaki Müslümanlara yahut dindarlara ne kadar hak verirsen ben o kadar hak veririm. Yahut ne kadar haksızlık yaparsan ben de o kadar haksızlık yaparım’ demesini (...) şahsen hiç yakıştırmıyorum.”
Çelik’in sözleri de benzer doğrultuda: “Buranın açılmaması için ileri sürülen argümanların geçerliliği yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaöğretim kurulması isteniyor. Her yönüyle makuldür. Yeniden açılmaları için yasaya da gerek yok.”
Türkiye’deki dindarları ‘empati’ye davet eden Çelik şöyle devam etti: “Şu anda Rotterdam İslam Üniversitesi var, 500 öğrenci ilahiyat eğitimi görüyor. Tarikat ve cemaatlerin Avrupa’da uzantıları, kurumları var. Avrupa’da 5 bin cami var, üçte biri kiliseden çevrilmiş. (...) Müslümanlar açacak, Avrupa tamam diyecek, Türkiye’de 100 papaz yetiştirilince kıyamet mi kopacak? (...) Kendi dininden emin olan, başkasının inancını yaşamasından çekinmez.”
Çelik bu “itirazcı tutum”u “berdel zihniyeti” olarak tanımladı...
‘Kuvayı Milliye’ciler
Yıllarca “her türlü kötülüğün Fener Rum Patrikhanesi’nden geldiği”ni dile getirmiş bazı “İslami” kesimlerin düşünce tarzını giderek ulusalcılar/milliyetçiler mi devralıyor?
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in Patrikhane’yi ziyareti ve Ruhban Okulu’nun açılması yönündeki süreci desteklemesi, internette bir kargaşa yarattı: “Kuvayı Milliye hareketi” adında bir grup, ziyareti “Diyanet İşleri mi Hıyanet İşleri mi?” şeklinde değerlendirdi. Bu gruptan Facebook’a yansıyan bazı tepkiler: “Diyanet İşleri Başkanı mısın, Dinlerarası Diyalog Bakanı mı? Sen kimsin de Ruhban Okulu’na vaat verebiliyorsun? Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Fitne, Fesat Yuvası’ olarak tarif ettiği Fener Rum Patrikanesi’ni de ziyaret ederek bir ilki (!) gerçekleştirdi...”
Ruhban Okulu’nun başına gelenler, “hiçbir şeyi çözmeden sürüncemede bırakma”yı esas alan “devlet geleneği”mizin en tipik örneklerinden biri. Şu an, belki de “Bu kez mantık değişiyor mu?” diye sorabileceğimiz bir noktadayız.
Hükümet, bir adım daha atıp “devlet rezervleri”ni aşabilecek mi? İletişime, düşünceye, diyaloğa tahammülsüz kafa yapısı aşılabilecek mi?
İhtimaldir, bekleyelim...
(Radikal gazetesinden alınmıştır)