Türkiye'nin, bu sütunda "Dağda kalsam beni kurtarır mısın Paşam?" başlıklı yazıyla öğrendiği skandalın herhalde kapandığını düşünüyorsunuz.
Haksız sayılmazsınız. Çünkü kısa süre önce Genelkurmay Başkanlığı; Zaman, Cihan, Kanal 7, Samanyolu, Bugün gibi medya kurumlarına, objektif bir kritere dayanmadan uyguladığı akreditasyondan vazgeçmişken, bu skandal da ne?
Demokrasimiz adına kuşkusuz bu olumlu bir adım. Ama BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını kaybettiğimiz o günlerde duyan herkesin kanını donduran "Dağ başında akreditasyon" skandalı bu adımla kapanmadı.
Skandala ilk cevap, olayın kamuoyuna yansımasından 2 hafta sonra, bugün Ergenekon tutuklusu olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'dan gelmişti. LAW'ın silah mı, boru mu olduğunu izah etmeye çalıştığı o meşhur basın toplantısında Başbuğ, gazeteciler sormadığı halde bu konuyu gündeme getirmişti. Elindeki bilgilere göre Cihan muhabiri Lütfi Aykurt'un dağ başında bırakılmasında kasıt olmadığını, olay yerindeki sıcaklığın +13 derece olduğunu, gazetecinin dağ başında tek başına değil büyük grupla birlikte bulunduğunu, helikopter askerî teçhizat yüklü olduğu için gazetecinin alınmadığını söylemişti. Farklı bilgi varsa ulaştırılmasını istemiş; yanlış varsa hesap sorma sözü vermişti.
Ayrımcılığa uğrayan gazetecinin söylediklerini hiç dikkate almamış olsa da bu sözlerini 'iyi niyetle' yorumlayarak, elimizdeki belge ve bilgileri kendisine iletilmek üzere Genelkurmay'a elden teslim ettik. Dosyada; Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün sıcaklığın +13 değil, -5 derece olduğunu gösteren rapor, dağ başında 350 değil, Lütfi ile birlikte sadece 2 köylünün kaldığını gösteren görüntüler ve Lütfi'nin başından geçenleri anlattığı röportaj vardı. Ayrıca Lütfi'ye refakat eden ve olaya tanıklık yapabilecek 2 kişinin başına gelen ilginç olaylar anlatılıyor ve konunun özünün hava durumu değil, ayrımcılık olduğu vurgulanıyordu. Zira başka bir ajansın muhabiri servis yapılırcasına askerî helikopterle enkaz bölgesine getirilip götürülürken, zor şartlardaki bir başkasına kurumundan dolayı 'hayır' deniyordu.
Genelkurmay, 'herkesin korkunç yanlış' dediği bu skandal için kamuoyuna "Hata yapmışız, gereğini yapacağız, özür dileriz" gibi bir açıklama yapsa mesele çoktan kapanacaktı. Ama dosyanın tesliminden 1 aydan çok zaman geçmesine rağmen Genelkurmay'dan ses çıkmadı. Hadisenin akıbetini soranlara, 'Gelişme yok, cevap bekliyoruz' demekle yetiniyorduk.
Özür beklerken, dağ başında bu muameleyi yapan Albay Mazlum Koçoğlu'nun tekzibi sessizliği bozdu. "Genelkurmay akreditasyon uygularken, nasıl aykırı hareket ederim?" veya "Yanlış yaptım, üzgünüm" dese belki mesele yine unutulurdu. Öyle yapmadı. Bizzat Genelkurmay Başkanı olaya dair açıklama yapmış olmasına rağmen Koçoğlu'ndan olayın üzerinden 2 ay geçtikten sonra bir tekzip gelmesi ilginçti. Üstelik, Başbuğ'un sözleriyle çelişen yeni izahlara girişmişti. Başbuğ'un +13 derece dediği hava sıcaklığı için +5 derece diyordu. Lütfi'yi helikoptere almama gerekçesi de Başbuğ'un dediğinden farklıydı. Başbuğ'a göre sebep, helikopterin askerî teçhizat taşımasıydı. Ama Koçoğlu, Lütfi'nin polis helikopteriyle geldiğini düşünmüş; askerî helikoptere yöneldiğini görünce de helikopterleri karıştırdığını düşünerek, yardımcı olmak için, "Bu askerî helikopter. Sizi alamayız." demişti. "Buraya ne ile gelmişseniz onunla dönebilirsiniz" sözünü de polis helikopterini kastederek söylemişti.
Koçoğlu sadece Başbuğ'la çelişmiyor, birkaç satır önce dedikleriyle de çelişiyordu. Olayın akreditasyonla ilgisi olmadığını, kişilerin hukukunu meslek hayatı boyunca her şeyin üstünde tuttuğunu söyleyen Koçoğlu, muhabirin sadece yer olmadığı için helikoptere alınmadığını belirtiyordu. Halbuki az önce polis helikopteriyle geldiği ve onunla döneceğini düşündüğü için Lütfi'yi almadığını söylemişti. Konu, bu tekziple de bitmedi. Koçoğlu, sadece yaşadıklarını anlatan Lütfi Aykurt ve bu röportajı yayınlayan Haber 7 sitesi aleyhine Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne 10 bin TL'lik tazminat davası açtı. Suçlu kurbandı. Çok zor şartlarda vergileriyle çalışan helikoptere ayrımcılık yapılarak alınmaması yetmemişti; yaşadıklarını anlatarak komutana verdiği zararın bedelini de ödemeliydi. Evet, tüm itirazlara rağmen mahkemenin, Şubat 2011'de tam da böyle karar vermesi akrediteden beterdi.
Bu yazının yazılma nedeni ise mahkemenin bu tuhaf kararını bozan Yargıtay'ın dünkü şu kararı: "Olayda kişilik haklarına saldırı yoktur. Yerel mahkemece davanın tümden reddedilmesi gerekirken davalının manevi tazminata mahkûm edilmesi usul ve yasaya uygun değildir." Peki bu kararla dosya kapandı mı? Hayır. Yargıtay, ayrımcılığı tespit edip, kurbanın cezalandırılmasına hayır dediğine göre Genelkurmay'ın da en azından hatasını kabul etmesi gerekmez mi?
(Zaman gazetesinden alınmıştır)