Futboldan gerçekten anlayanlar için bu maçın böyle geçeceğini tahmin etmek zor değildi. Nasıl olsa işi ilk maçta bitirmiştik! Biraz o nedenle daha çok da cezalar yüzünden epeyce değişik bir takımla sahada yer aldık. Hatta bu farklılığı az rastlanır türden bir altüst oluş diye nitelemek bile mümkündü. Gerçi Hiddink'in çalışma dağınıklığı içinde 11'in tümden değişmesi de fazla bir anlam taşımayabilirdi...
İstanbul'da neredeyse maç başlamadan gol yemiştik, burada da atıyorduk! Ancak buna hem direk izin vermedi hem de sonrasında yeterince becerikli değildik. Olsun, ilk maçta rakip kaleyi bulan tek şut atamamıştık, burada çok fazlasını yapacak gibiydik. Artık kaybedilmiş bir hedefin arkasından doğan kavga ortamında bunlarla yetinmek zorundaydık.
Bu nedenle, "Keşke Hiddink şöyle yapsaydı böyle olurdu" türünden yorumlar başladı. Bunlar elbette ki çok ciddiye alınacak şeyler değil ama kalecimiz Sinan'la Ömer Toprak'ın "Biz ilk maç için de hazırdık" mesajları görmezden gelinecek gibi değildi. Bütünüyle ilk maçtan daha iyiydik ama bunun ürününü devşirebilecek kadar büyük bir sıçrayışı gerçekleştiremedik. Tabii çift santrfor oynuyormuş gibi görünürken Umut'la Kazım'ın verimlerinin sıfır oluşu da bunda en büyük etkendi. Onlara katılan Gökhan Töre'nin durumu da farklı olmadı.
Bu arada Caner'in gördüğü anlamsız sarı kart gibisinden hastalıklarımızı önlemenin bir yolu olmadığının da üzerinde durmadık. Ancak 'sakatlandı' gerekçesiyle onun erken oyundan alınışı ilginçti. Yerine giren Gökhan Töre, daha önce bulduğu kısa sürelerde umut verici hareketleriyle Milli Takım'da oynamayı en çok hakeden gençler arasında gösteriliyordu.
Oyuna damgasını vuran asıl etken rakibin İstanbul'da elde ettiği olağanüstü sonuç nedeniyle maça yoğunlaşmakta güçlük çekmesiydi. Bir de 4 gün önce herşey onlar için haddinden fazla uyarına gitmişti. Bu kez daha dirençli bir takımla karşılaşınca biraz bocaladılar. Bunun da fazla üstünde durmadılar. Oyunu "gözaltında tutmayı" yeterli gördüler.
Nitekim biz daha iyi oynuyormuşuz gibi görünsek de maçın tamamında fazla birşey üretemedik. İkinci yarıda da sadece Hamit'in direğin dışına vuran topu dışında heyecan verici birşey yapamadık. Yine de özellikle Simunic ve Gordon ikilisinin üzerine gidebildiğimizde onları nasıl sıkıntıya sokabildiğimizi gördük. Hatta Srna'nın zaman çalabilmek için yaptığı utandırıcı hareketlere bile tanık olduk.
Büyük bir hedefin kaybedilmiş olmasının ardından bütün bunlar elbette ki ıvırzıvır şeyler. Ancak oynuyormuş gibi yapmak yerine gerçekten oynamaya çalıştığınızda işlerin ne kadar değişebildiğini de görmüş olduk... Zaten Zagreb'e turistik seyahate gittiğimizi biliyorduk. Bu karşılaşmada ağır bir fark olur mu gibisinden endişeler boyutunda iş ele alındığında başarılı olduğumuzu bile düşünebiliriz. Hedefe ulaşamadıkları halde prim zengini olan oyuncularımıza bu maç için de prim verilmesini öneriyorum!