Hayatımda kendimle ilgili en çok merak ettiğim konulardan biri de ne zaman doğduğumdur. Her yaş günümde de bu merakım zirve yapıyor. Gariban anam da bilmiyordu. Bildiği tek şey, köyde bizim ineğin 1 Şubat’a doğum yapması, benim 3 Şubat’ta dünyaya geldiğimdir. Hani inek doğum yapmasa rahmetli anam onu da hatırlamayacaktı.

                İneğin sayesinde doğum günümü öğrendim. Yaşasın inek!

                Aslında çocukluğumdan beri inekleri, atları, eşekleri, koyunları, kedileri ve köpekleri severim. Ve insanlığın tarihine de baktığımızda da insanlığa her yönüyle en faydalı olan hayvanların başında at, deve, inek ve eşeklerin geldiğini görüyoruz. Bir hayat boyunca insanlığın yükünü sırtında taşımışlardır.

                Lâkin insanoğlu bu, nankör ve kalleştir…

                Batman’da Medrese okurken ilkokul diplomasını almak için yaşım tutmuyordu, anamın fistanından tutup Silvan’a götürdüm, dava açtım. Mahkeme yaş tespiti için beni Diyarbakır Devlet Hastanesine gönderdi, koluma bir mühür vurdular, o mührün heyecan veren görüntüsü hafızamda hala miğ gibi duruyor. İlk duruşmada Hakim amca “yaşı küçük olmaz” dedi ve tanıkların dinlenmesine karar verdi.

Neyse zor bela iki şahit bulup mahkemeye getirdik. Hakim amca anama sordu; “çocuğunun yaşını niye büyütüyorsun?” diye. Anam “Welle ez nizanim divê ezim herim mektebê bixweynim. Ez ji dixwazim ji xwera bixweyne (valla bende bilmiyorum. Diyor ki okula gideceğim. Bende onun okumasını istiyorum)”dedi.

Hakim amca bana dönüp “yaşını niye büyütüyorsun?” diye sorunca aniden heyecanlandım ve yüreğim ağzıma gelmişti. Çocuktum ve ilk defa devletle, devletin hakim amcasıyla muhatap oluyordum. Birde Hakim amca yaşımı büyütmese diye ödüm kopuyordu. Çünkü bedenim Medresede ama aklım ve yüreğim okuldaydı. Bende okuyup Hakim olmak istiyordum.

Hakim amcaya; çat pat Türkçemle “Hakim amca okul okumak ve hakim olmak istiyorum” dedim. Sanki o gün kaderim çizilmiş, hayalimin, idealimin tam tersine bütün hayatım boyunca adalet saraylarında haksızlık ve adaletsizlikle savaşmak zorunda kalacağım diye yazılmıştı Kâinatın asıl Hakimi tarafından.

Çocuktum ve böyle bir kaderi yaşayacağımı nereden bilebilirdim ki…

Neysem 1970, 1972 idi, 1974 ü derken Hakim amca insafa geldi ve “bana bak, hakim olmasan kararı bozarım haaa! Söz mü yavrum?” dedi. Söz Hakim amca dedim. Hakim amca tamam dedi ve kararını verdi.

Kararını verdi vermesine de, devlet baba Hakim amcaya verdiğim sözü tutmama izin vermedi ki. Tam Hukuku okuyacağım derken Devlet Baba evimi yakmasın mı?

Belki de babam olsaydı devlet baba evimi yakmazdı. Ama talih, talih değil kör Salih olunca işte böyle Hakim amcaya karşı mahcup olursun Cüneyt.

Bir gün annemle yaş günüm, ineğimizin doğum yapması vs konularda sohbet ederken konu döndü dolaştı babamın ölüm gününe geldi. Annem babamın 3 Şubat’a öldüğünü söyleyince, kafamda aniden şimşekler çaktı. Ana dedim iyi de o gün ben dünyaya gelmişim dedim.

“He bênamus” dedi…

Ama üzülmesin diye, içimde ‘vay be Cüneyt, ne Allah’ın şanslı kuluymuşsun. Ulan ben bu şansımın içine tüküreyim’ dedim.

Her yaş günümde gerçek yaşımı merak etmemle birlikte muhasebe de yaparım. Şu ana kadar sevap ve günahlarımla birlikte ne yaptım, ne halta yaradım, nasıl bir hayatım oldu, yaşadığım yarım yamalak mutluluklarımla birlikte gördüğüm amansız zorlukları, savaşları, cinayetleri, köy yakmaları, kayıpları, zorla göçleri ve Ankara’da geçirdiğim yılları hep film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiririm.

Sevdiklerimi, dostlarımı, aşklarımı, çatlaklıklarımı, deliliklerimi, iyi günde beni yere göğe sığdıramayanların, senin için ölürüm-mölürüm gibi afili tafili sözleri otomatik tüfek gibi sıralayanların, ben düşerken benden nasıl yüz çevirdiklerini, nasıl uzaklaştıklarını, telefonlarıma cevap vermediklerini, gammazlıklarını, ispiyonculuklarını ve ikiyüzlülüklerini de düşünür dururum doğum günümde.

Ve bütün bunları düşündükçe soğuyorum insanlardan. İnsana dair güvenim, sevgim ve insan için vermek istediğim mücadele azmim kırılıyor, kanatları kırık bir güvercin gibi içim titriyor, ürperiyorum.

En nihayetinde şu tespite vardım. İnsanın en büyük kırılma yaşı kırktır. Kırkından sonra ya çok korkak, pısrık ve itaatkâr olursunuz ya da korkusuz, hayatı, ölümü ve yaşamayı çok ciddiye almayan, Kemal Sunal’ın dediği “ha şimdi öldüm, ha 6 ay sonra ne fark eder ki…” düşüncesine sahip oluyorsunuz.

–Ki bende artık Kemal Sunal gibi düşünüyor ve hayatı çok fazla önemsemiyorum. Bazen bohçası sırtında otogarda her an otobüsün kalkmasını bekleyen bir yolcu gibi kendimi hissediyorum.

Eskiden hayata, işe, aşa, aşka ve siyasete dair çok ciddi hedef ve ideallerim vardı ve mücadele de ediyordum. Ama şimdi en büyük arzum ve idealim, günün birinde elektrik, kira, su, gaz, mutfak vs derdi olmadan doyasıya okumak ve roman yazmak istiyorum. Siyaset-miyaset işlerinden de nefret ettim. Çünkü neresinden tutmaya kalkışırsanız kalkışın her tarafında pislik akıyor.

Hazır bohçayı hazırlamışken kire bulaşmadan usul usul otobüsü beklemektir belki de en hayırlısı olan.

Kim bilir belki iklim değişir Akdeniz olur, yinede gülümserim hayata…