Günün anlamlı sözü

“En karanlık anlarda, derinlere inme isteği duyduğumuz bir gerçektir...

Hayat güzelken yüzeysel yaşarız...

Yeterince düşünmeyiz...

Fakat deniz kabardığında, benliğimizin ötesine geçip olayların neden bu hale geldiğini tartmaya başlarız...

Bu durum hatırı sayılır bir öğrenme ve ilerleme sağlar...

Hayat; gelişme ve olmamız gereken kişiye doğru ilerleme demektir...

Robin Sharma...

***

28 Şubat sürecinin yargılanması, birçok insan için çok önemli bir gelişim dönemini başlatıyor...

O da şudur;

Bir dönemin güçlüsü ve muktediri olmanın, “yasaları, insan unsurunu hiç kaale almadan, birebir uygulanacak emirler ya da didaktik metinler” olarak görmenin, insanları nasıl mağdur edebileceğini şimdi görüyor birtakım eskinin güçlü insanları...

Bugün onların tedirginlikle yaşadığı olaylar zincirini, aylarca ve yıllarca, “öteki” gördükleri insanlar da yaşadılar...

Açık konuşmak gerekirse, ‘çoğu güçlü kendisini memleketin asli unsuru’ zannederek, ‘öteki’ insanların, çekebilecekleri korkuları, hissedecekleri üzüntüleri, ailevi sıkıntıları, çoluklarından çocuklarından ayrı kalacakları özlem dolu günleri, ayları hesap etmediler...

***

Robin Sharma’nın dediği gibi “Hayat güzelken yüzeysel yaşanır... Karanlık anlarda derinlere inmek isteği belirir içimizde...”

Bu süreç çok zor ve sancılı bir süreç...

Haksızın yanında haklının, yaşın yanında kurunun da yanabileceği bir süreç...

Fakat birşeyi unutmamamız gerek...

Bizler nasıl üzüntü ve tedirginlik duyuyorsak, bir zamanlar mağdur olanlar da, durup durup hapse atılanlar, yargılanan, haklarında soruşturmalar açılan insanlar da aynı acıları yıllarca çektiler...

Onların da birer aileleri var...

Onların da çolukları çocukları kalakaldı arkalarında...

***

O günlerde ‘insan yaşamının doğal tezahürü olarak kayıtsız kalınabilen’ süreçlere, bundan böyle kimselerin kayıtsız kalmamasını öğretmeye çalışıyor Evren...

Aynı acıyı, tedirginliği, ürküntüyü hissederseniz içinizde, aynı özlemle çoluğunuza çocuğunuza sarılmaya başlarsanız içtenlikle, siz de kimsecikleri bir daha uluorta mağdur etmemek için özel çabalara girişmezsiniz...

Hülasa daha iyi birer insan olmayı öğreniyoruz bu süreçte...

En azından ben daha iyi bir insan olmanın derinliklerine indiğimi hissediyorum...

Ne olacağımız önemli değil...

İnsanlık yolunda ne kadar gelişmekte olduğumuz anlamlı...

*****

28 ŞUBAT DEĞİL 10-17 HAZİRAN!..

Aczimendiler, söylendiği gibi psikolojik harekatın bir parçası mıydılar bilmem...

O acayip hareketleri ve siyah elbiseleriyle, Ankara-İstanbul arası yürüyüş yapmaları bir tezgah mıydı onu da kesin söyleyemem...

Fadime Şahin, gizli güçler tarafından görevlendirilen kötü bir Mata Hari kopyası mıdır onu da bilmem...

Ali Kalkancı isimli şahsiyet kimdir neyin nesidir hangi deryada meseleye dahil edilmiştir önemli değil...

Bunların hepsi “İrtica geliyor” diye özel olarak görevlendirilen vakalar mıydı, burası da çok mesele değil...

***

Fakat bu figürler 28 Şubat’ın psikolojik figüranları olsalar da, onların deşifrasyonu, tarihe ışık tutar; ne ki darbelerin engellenmesine ışık tutmaz...

Sonuçta istihbarat servisleri, derin devlet mücadeleleri, psikolojik savaşlar, dezenformasyon taktikleri olduğu müddetçe, daha nice Fadime Şahin’ler, Aczimendiler ve Ali Kalkancı’lar ortaya çıkacaktır...

Mesele şudur...

Demokrasinin halk iradesi olduğunu düşünüyorsanız, sandığın milleti yönetme yeri olduğunu söylüyorsanız, bu psikolojik harekatın son raddede tezahür ettiği yerin ne olduğunu bileceksiniz...

***

28 Şubat’ın en önemli mekanı, akan ana damarı, Milli Güvenlik Kurulu idi...

28 Şubat’ın aktörleri, “darbe yapmadan istediklerini yaptırmanın yolunun Milli Güvenlik Kurulu” olduğunun farkındaydılar...

Bunu bulundukları ortamlarda söylüyorlardı...

Anayasa’daki haliyle Milli Güvenlik Kurulu, hükümet ve askerlerin eşit oranda temsil edildiği Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan bir kuruldu...

İç ve dış tehdit değerlendirmesi yapma hakkı sahibiydi...

İç ve dış tehditleri belirlemede, “hükümete tavsiye niteliğinde” kararlar almaya muktedirdi...

Böyle bir kurul olunca, sivillere görüş tavsiye hatta dikte ettirmenin “Anayasal zemini” zaten kendiliğinden oluşuyordu...

***

28 Şubat, “açıktan silah kullanılmadan” yapılan bir hareketti...

Çünkü 12 Eylül Anayasası “Zaten eşit oyla askerin varlığıyla temsil edilen ve Cumhurbaşkanı’nın oyuyla askeri kanadın çoğunluk sağladığı MGK’yı Anayasa’ya sokmuştu...”

Kurul’un varlığıyla bir hükümetin, “imzalamama ve MGK’da korakor savaşma hali dışında” bir seçeneği kalmıyordu...

Bu durumda MGK’da kriz çıkartan, Cumhurbaşkanı’na karşı mızıkçılık yapan bir hükümet görüntüsü ortaya çıkarılacaktı...

Erbakan’ın 28 Şubat’ta, yanında Çiller de varken göze alamadığı risk işte buydu...

***

Fakat 28 Şubat sürecinde sivil hükümetin düşmesi, 28 Şubat olayıyla olmadı...

O Şubat’ı izleyen Haziran ayında, “Hala istifa etmemekte” direnen Refah-Yol hükümetinin düşürülmesi için fiili darbe yapılacağı söylentileri “hükümet üyelerinin kulaklarına fısıldandı...”

Bugün kim bunun ne kadarını itiraf eder bilmiyorum, fakat o günlerin siyasi atmosferinde, Erbakan’ın görevi bırakmazsa fiili darbe olacak dedikodusunun kulağına fısıldandığı açıkça söylendi...

Bize o günlerde bu haberler aksetmiyordu...

Ancak sonraları bu ortaya çıktı...

Söylentiye göre, Cumhurbaşkanı Demirel, askeri darbeyi engellemek için Erbakan’ın istifasıyla boşalan Başbakanlık görevini Çiller’e vermedi ve Mesut Yılmaz’a vererek, kendince “filli askeri darbenin” önüne geçti...

Fiili askeri darbeyi yapacağı söylenenler, Refah-Yol hükümetinin hiçbir şekilde görevde kalmamasını istiyorlardı...

***

28 Şubat’ta “alınan MGK kararlarının altına imza atarak zaman ve manevra kabiliyeti kazanan Erbakan hükümetinin” o günkü durumunu esas anlatan şey, o hükümetin nasıl ve ne şekilde düştüğüdür...

Bu olay bir 28 Şubat olayı değil...

Bu olay bir 10-17 Haziran olayıdır...

1997 yılının 18 Haziran’ında etrafındaki çemberin tamamen sıkıştığını farkeden Necmettin Erbakan apar topar istifa etti Başbakanlık’tan...

Güya görev, iktidar ortağı Çiller’e verilecekti...

Oysa Erbakan’ın istifasına yol açan olaylar, çoktan Erbakan’ın yer almayacağı bir hükümet modelini öngörüyordu...

10 ila 17 Haziran tarihleri arasında neler oldu?..

Erbakan nasıl istifaya ikna edildi?..

İstifa etmezse darbe yapılacağı söylendi mi kendisine?..

Çiller’le koalisyonu sürdürmeyi beklerken, nasıl olup da Çiller’e hükümet kurma görevi verilmedi?..

O sırada bir sürü milletvekili nasıl olup da, istifa edip muhalefet sıralarına geçti?..

***

28 Şubat günü bütün psikolojik harekatlara, tavsiyelere karşın olaylar Anayasa’da yazılı hale uygun görünmekteydi...

10 ile 17 Haziran haftası...

Apar topar istifa etmek durumunda kalan Erbakan...

Arka arkaya Doğru Yol’dan istifa eden milletvekilleri...

Görev verilmeyen koalisyonun diğer üyesi...

Düşen bir sivil hükümet...

28 Şubat’ı, Şubat’ta değil Haziran’da ararsanız bir şeyler çıkartırsınız...

(VATAN)