Ermenistan, Yunanistan, Fransa, İsrail, Irak, İran, Suriye, Kıbrıs daha sayayım mı?

Hayallerinin değil başarılarının tadını çıkarmalısın diye güzel bir söz vardır. Hayallerle yola çıktık, hâlâ hayal görüyoruz; başarıya henüz ulaşamadık.

 

Dış politikada “monşer”ler bu işi bilmiyordu; “biz” biliyorduk…

Sonunda bildiğimiz tek şeyin “hiç bir şey bilmediğimiz” olduğunu anladık(mı)?

 

Devlet yönetmek öyle kahvede atıp tutmaya benzemez; bugün hangi kahveye girseniz insanların bir yandan oyun oynarken diğer yandan ülkeyi kurtardıklarını görürsünüz. Adamın kıçında don yoktur ama ülkeye don biçer…

Bu söylemler kahve köşelerinde normal karşılanır, gülünüp geçilir. Hatta bazen ciddiye bile alınır ama iş uygulamaya gelince kazın ayağı öyle değildir, kahveden devlet yönetilmez.

 

Sıfır sorun politikası diye kulağa güzel gelen ama tek taraflı uygulanması mümkün olmayan bir politika icat ettik. Tek taraflı uygulanması mümkün değildi; çünkü doğanın kanunudur, ortada bir sorun varsa bu sorunun en az iki tarafı olur. Sorunun diğer tarafı çözüme yanaşmıyorsa, sorun olduğunu düşündüğünüz konuları kendi ulusal meselesi haline getirmişse, siz her ne kadar “benim artık ulusal hiçbir meselem ve davam yok, ben bunların hepsini silip atabilir, ayaklar altına alabilirim” deseniz de herkesten aynı şekilde davranmasını bekleyemezsiniz. Ne yazık ki biz yapmasak da dünyada hâlâ milli bilinç ve şuurla kendi ülkelerinin ulusal politikalarından asla taviz vermeyen devletler var.

 

Dış politikayı “iç politika malzemesi” haline getirmek ateşle oynamaya benzer. Bu yöntemlerle halkı oyalamak “söyleyeceği şey kalmamış” insanların sık kullandığı bir yöntem olmasına rağmen, sonuç itibarı ile geri dönüşü çok riskli tercihlerdir.

Neticede, eğer blöfünüz tutmazsa Rusya devlet başkanını kulağından tutup Silivri’ye atamazsınız. Bu yöntemlerin başarıya ulaşması için Kuzey Kore gibi “ileri demokrasi” ile yönetilmeniz gerekir; yani halkın tüm haber alma kaynaklarını engellemeniz şarttır.

Böyle bir şey tam anlamıyla mümkün mü? Değil. O halde?

 

Dış politika uzmanlık işidir, Türkiye Cumhuriyeti diplomatları dünyanın en saygın ve iyi yetişmiş diplomatlarıdır. Evet, her zaman bizim istediğimiz hassasiyetlere sahip değillerdir ama her şeyin bir sebebi vardır; onları yargılamadan önce sebeplerini anlamaya çalışmak daha doğru olur.

Pireye kızıp yorgan yakarak “onlar bu işi bilmiyor” diyerek sıradan insanların diplomat olarak atanması, bunlarla dış politikaya yön vermek yanlıştır.

 

Bir inşaat kalfası da inşaat yapabilir, hatta daha güzel de yapabilir ama bir mimar ve mühendisin öngörüsüne sahip olamaz. Başarı ekip işidir; siz ekibi kurarken sadece kalfalarla kurarsanız bina her yıkıldığında karşı binanın müteahhidini suçlamanızın bir anlamı yoktur.

 

Dış politik krizlere artık aşina hale gelen Türkiye, yaşadığı son krizde “uçağımız Suriye tarafından füze ile düşürüldü” tezinden “Suriye tarafından düşürüldüğü iddia edilen, düşen uçağımız” noktasına geldi. Bu açıklamaların hepsinin askeri yetkililerin sivil hükümete yeterli bilgi vermemesinden kaynaklandığını iddia eden, kerameti kendinden menkul bazı “otoriteler” var.

Bu insanlara sormak istiyorum; madem her şeyi biliyorsunuz umarım Ankara Gölbaşında görev yapan Genelkurmayın GES (Genelkurmay Elektronik Sistemleri) Komutanlığının niye sessiz sedasız MİT’e devredildiğinin de cevabını verirsiniz.

Bu komutanlık elindeki imkân ve kabiliyetlerle Suriye’de çalışan bir savaş uçağının motorunun sesinden, füze rampasının hareketine kadar her şeyi derhal duyup havadaki pilotumuza haber verecek yetki, bilgi ve donanıma sahipti. İşi de buydu. Şimdi soruyorum size; Suriye’de veya başka bir ülkede, motorlarını çalıştıran bir savaş uçağının sesi MİT’i ne ilgilendirir? Ayrıca MİT bunu duysa bile kime ve nereye rapor edecek?

Bu tür bilgiler saniyelerle ifade edilen sürelerde gerekli yerlere bildirilmedikten sonra ne işe yarar? Görüldüğü gibi olayın üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen hâlâ somut bir rapor tanzim edilebilmiş değil.

 

Sırf “asker dinlemesin, asker karışmasın, asker bulaşmasın” diye her şeye bulaşırsan, o zaman uçağın suyun yüzlerce metre dibinde parçalanmış ve pilotların da şehit olarak bulunmasının makul ve mantıklı sebebini de senin açıklaman gerekir.

Öyle değil mi?