28 Şubat döneminin ünlü medya patronu Dinç Bilgin, Samanyolu Haber’e şu açıklamayı yapmış:

“Ben 28 Şubat döneminde Genelkurmay’a bir defa davet edildim, tek bir konuşma yaptım. General Özkasnak ile Çevik Bir vardı. Onları da hayatımda bir defa gördüm, bir daha da görmedim. Bana Sabah gazetesi yazarlarından şikâyetlerini bildirdiler. Elimden geldiği kadar savunmaya çabaladım.”

* * *

Sadece Dinç Bilgin’in mi başına geldi bu durum?
Hayır!
Yığınla örnek var buna benzer.
28 Şubat sürecinde “gazetelerinden atılması gereken köşe yazarları” listeleri dolaşırdı her tarafta...
O dönemi yaşayan medyanın içindeki herkes, “Darbecilerin kovdurduğu köşe yazarları” diye bir listeyi iki dakikada çıkarabilir.

* * *

Bir “darbeci tutumu”dur köşe yazarlarını medya patronuna şikâyet ederek kovdurtmak.
Darbeciler, kendilerine ayak bağı olarak gördükleri köşe yazarlarından hiç hazzetmezler.
Hazırladıkları “darbede ilk yok edilecekler” listesinin en başında köşe yazarları vardır.
Yöntemleri şudur:
Önce açarlar telefonu medya patronuna, “Şu köşe yazarlarını kulağından tut at” diye emrederler.
Bakarlar, emir yerine getirilmiyor.
Bu kez Genelkurmay’a çağırırlar.
“Şu köşe yazarlarını istemiyoruz, derhal atacaksın onları gazetenden” derler.
Ardından da “yoksa...” diyerek tehdidi savururlar.
“Dükkân senin değil mi? Niye kovmuyorsun?” derler mi?
Bilmiyorum.

* * *

Köşe yazarlarını medya patronuna şikâyet eden darbeci generalleri yargılamak tabii ki çok önemlidir, değerlidir.
Ama bundan daha önemlisi köşe yazarlarının medya patronlarına şikâyet edildiği ortama son vermektir.
Hem darbe yargılanır, hem de darbeci generalin yaptığının aynısı yapılırsa sadece “kötekçi” değişmiş olur, “kötek atma arzusu” ise baki kalır...
Oysa bu tür yargılamaların amacı “eski kötekçi”ye haddini bildirmekten daha çok “kötekçilik” olgusunu yerle bir etmek olmalıdır.
Değil mi ama...

Olmaz

-  Etsiz çiğköfte olmaz.
-  Göndermesiz film olmaz.
-  Entrikasız dizi olmaz.
-  İkoncansız açılış olmaz.
-  Polemiksiz meşhur olmaz.
-  Projesiz sanatçı olmaz.
-  Havuzsuz Gökçek olmaz.
-  Lalesiz Kadir Abi olmaz.
-  Yıldırım’sız Fenerbahçe olmaz.
-  Kavgasız CHP kurultayı olmaz.
-  Talebesiz Cüppeli olmaz.

Rövanşa övgü

ADALETSİZLİKLER yapmış, hak hukuk gözetmemiş, acılar çektirmiş, zorbalıklara imza atmış, elindeki güce yaslanarak ezip geçmiş kişiler, yaptıklarının karşılığını görmeyecekler mi?
Tabii ki görecekler.
Adalet önünde hesap verecekler.
Oynadıkları haksız hukuksuz maç, tek maçla kalmaz, kalamaz.
O maçın bir rövanşı olur, olmalıdır.
Yoksa...
Adalet tesis olmaz, yürekler ışımaz, yüzler aydınlanmaz, güneş parlamaz.
Rövanş iyidir, güzeldir, hayat verir, temizler.
* * *
Ama “rövanş”, her zaman temiz olmaz.
Bazen intikam duygusuyla kirletilir. Bazen yapılan haksız hukuksuzluklara karşı haksız hukuksuzluklar sergilenerek kirletilir.
Bazen “hazır eskinin zalimini güçten kuvvetten düşmüş bulmuşken tepinelim üstünde” yaklaşımıyla kirletilir.
Bize düşen...
Temiz ve adil bir rövanş” olmalıdır.

Mustafa Balbay ve Deniz Feneri

MUSTAFA Balbay’ın hapiste geçirdiği gün sayısı 1138 olmuş.
Dile kolay: 1138...
Hapiste 1138 gün geçiren Balbay, kendi davasıyla Deniz Feneri davasını kıyaslamış.
Yaptığı saptamalar şöyle:
-  Deniz Feneri’nde sanıklara ağır suçlamalar yönelten savcılar hakkında dava açılıyor, Silivri’de sanıkları savunmaya çalışan avukatlar hakkında dava açılıyor.
-  Deniz Feneri’nde 3-4 ay tutukluluk çok sayılıyor, Silivri’de 3-4 yıl tutukluluk normal sayılıyor.
-  Deniz Feneri’nde başlangıçta var olduğu iddia edilen “örgüt” dördüncü yılda yok oluyor, Silivri’de varlığı kanıtlanamayan örgüt yıllardır ortaya çıkarılmaya çalışılıyor.
-  Deniz Feneri’nde masumiyet karinesi var, Silivri’de mahkumiyet karinesi...
-  Deniz Feneri’nde özgür yargılama esas, Silivri’de tutuklu yargılama...
* * *
Balbay’ın yaptığı bu kıyaslamada... İki farklı yargılama tutumu, iki farklı adalet anlayışı, iki farklı iddianame biçimi, iki farklı soruşturma şekli dikkat çekiyor.
Toplumun adalet hissini zedeleyen işte bu farklılıktır.
Oysa doğru olan “Deniz Feneri” davasındaki tutumdur.
Yani...
Örgüt yoksa ille de örgüt var diye çırpınmayan, tutukluluğu esas almayan, gerektiğinde savcıları cezalandıran, masumiyet karinesini göz önünde bulunduran, avukatların savunma haklarını sonuna kadar gözeten yargı anlayışı...
Eğer bütün davalarda bu yargı anlayışı sergilenseydi...
“Deniz Feneri” konusu vicdanlarda bu denli tepki yaratmayacaktı.

Her defasında şaşırtmayı başarıyor

İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin Erzurum’a gitmiş. 5 TEDAŞ işçisinin öldüğü gölette incelemelerde bulunmuş. Ardından da Pasinler ilçesine geçmiş.
60 yaşındaki bir vatandaş yanına gelip “Sayın Bakanım senin geldiğine çok sevindim” deyince Bakan şöyle cevaplamış:
“Yok ya... Nereden bileyim sevindiğini? Hadi bir takla at ya da oyna göreyim. Çal bakalım davulcu.”
Sonra? Çalmış davullar, oynamış vatandaş.
* * *
Bakan İdris Naim Şahin beni şaşırtmayı başaran bir politikacı...
Her defasında “Yok, yok... Artık bunun üzerine çıkamaz... Başyapıtı budur” diyorum.
Fakat bir de bakıyorum ki: Mutlaka onun da üzerine çıkan, başyapıtını da aşan yeni bir dalgayla karşımıza çıkmayı başarıyor.
Hiç değilse bu açıdan kutlanmayı hak ediyor.

Bir öncü kafe: The House Cafe

THE House Cafe’nin 10. yılı münasebetiyle...
-  Salonun ortasına uzun, tahta masayı ilk onlar attılar.
-  Birbirlerini tanımayan insanların sosyalleşme imkanı bulmalarına ilk onlar neden oldular.
-  Kahve zincirlerinden çok önce kahveyi zenginleştirdiler.
-  Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olduğunu fark edip kahvaltı mönüsüne ilk onlar özel ihtimam gösterdiler.
-  Naneli limonatayı ilk onlar yaygınlaştırdılar.
-  Üniversite öğrencilerini garson olarak çalıştırmaya ilk onlar başladılar.
-  Çalışanlarına da müşteriler kadar özen gösterme işinin ilk adımını onlar attılar.
-  Arada bazen tökezleseler de başlattıkları yenilikleri sürdürme ve ödünsüzlük konusunda ilk oldular.
-  Büyümenin, çoğalmanın her zaman fabrikasyona yol açmayacağını ilk onlar kanıtladılar.

(Hürriyet)