“AKP 12 Eylül’ün ürünü” dediler. “Bunlar hep Türk-İslam sentezi” dediler. 12 Eylülcüleri yargılatmayı referanduma götürünce, “bunlar 12 Eylül’ü yargılayamaz, sizi kandırıyorlar” dediler. 12 Eylül, 34 yıl sonra, o 12 Eylül’ün ürünü dedikleri AKP iktidarı döneminde yargılandı. Kenan Evren müebbete mahkûm oldu. Peki onlar ne yaptı? Gidip 12 Eylül’de yıldızı parlamış bir Türk-İslam sentezcisinin çatısının altına çaktırmadan sığındılar, şimdi mahcup mahcup onun için oy istemekteler…
“İrticacı, şeriatçı” dediler, Erdoğan’ın “Demokrasi bir tramvaydır” sözlerini yıllarca kulaklarına küpe yaptılar. “İran olacağız” dediler. Erdoğan ve arkadaşları 20 yıldır İstanbul’u, 12 yıldır Türkiye’yi yönetiyor. İstanbul tarihinin en laik, en neşeli, en çok içki tüketilen, en çok eğlence mekanı açılan İstanbul’u. İran ise Türk ulusalcılarının en büyük müttefiki.
“Tehlike’nin farkında mısınız” diye tersinden düzünden yazıp insanları sokaklara çıkardılar. En solcuları “sokağa çıkanları anlamalıyız” diye destek verdiler. Çankaya’ya başörtülü first lady çıktığı anda bitti bu iş dediler, üniversitelere başörtülü kızlar girerse iki yıla herkes başörtülü olur diye sosyolojik projeksiyonlar yaptılar. Hayrünissa Hanım 7 yıldır first lady. En son Etiler’de sosyetenin gözde mekanı Fenix’e dekorasyonu görmeye gitti. Başörtülü kadınlar memur bile oldu, bugün Tehlike’nin Farkında mısınız başlığı Japon alfabesi katakanayla bile yazılsa kimsenin umurunda değil artık. Peki, onlar şimdi ne yapıyorlar? 7 yıl önce milyonları karşısında sokağa döktükleri Cumhurbaşkanı’nı görevi biterken yeniden aday yapmaya kalktılar. Olmayınca İslam Konferansı’nın eski genel sekreterini getirip çatılarına oturttular.
Sonra biraz daha sofistike argümanlar üretmeye çalıştılar.
“Türkiye Malezyalaşıyor”du, her şey yavaş yavaş İslamileşiyordu ve biz suda yavaş yavaş kaynatılan kurbağalar gibi, bunun farkına bile varamıyorduk. O tezlerin üzerinden 7 yıl geçti. Kaynayan su kurbağalarla birlikte buharlaştı. Peki ne oldu? Ramazanın ikinci gününde İstanbul’un ortasında on binlerce kişi Gay Pride yürüyüşüne katıldı.
Sonra “Mahalle Baskısı” çıktı. Ezilen laikler, mazlumken zalim olan baskıcı dindarlar. İş için umrelere, cumalara koşanlar… Araştırmalar yapıldı, inanmayanları bilimin aydınlık ışığına ihanetle suçlandı. Ne oldu peki? Kimin tavuğuna kış denip, özel hayatına müdahale edildi? En son Gezi Ayaklanmacılarına karşı Etiler’de Maraş Dondurmacısı aylarca kapılarına, camlarına astığı üç bayrak, beş Atatürk fotosuyla korumaya çalışıyordu kendini…
Yıllarca AKP “Ilımlı İslam” projesi, Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı dediler. Şimdi aynı AKP’nin IŞİD’e destek verdiğini söylüyor, AKP’yi radikal İslamcılıkla suçluyorlar. Kendilerine de Ortadoğu’da ABD politikalarıyla uyum içinde olacağının sinyallerini verip duran ılımlı İslamcı bir cumhurbaşkanı adayı buldular.
Açıkça, “bunlar dinci, yobaz takımı” demeyi içlerine sindiremeyenler bir süre Millet-i hakime lafının arkasına saklanıp, zihniyet okumasını yaptılar AKP iktidarının… Osmanlı’nın WASP’ı, ev sahibi, her şeyin onlar için olduğu milleti Müslümanlardı. Cumhuriyetten AKP’ye bu zihniyet hiç değişmemişti. Başbakan Millet-i hakime dilini kullanıyordu işte. Bingo. Her şey açıklanmıştı, evlerimize gidip rahatça uyuyabilirdik. Sonra ne mi oldu? Millet-i hakimeci İslamcı iktidar laik devletin el koyduğu gayr-i müslimlerin mallarını, kiliselerini, manastırlarını iade etmeye başladı. 99 yıl sonra Ermenilere 1915 taziyesi yayınladı.
Yok bu iktidar bildiğin milliyetçiliğe oynuyor. Hatta ırkçı, yok faşist. Ne farkı var İttihatçılardan. Ortam müsaitse bir el daha yükseltilebilir. Ne farkı var Hitler’den. Bu milliyetçi, ayrımcı, ataerkil, milliyetçi dil değişmeden… Her seçimden önce “MHP’nin oylarına oynayan Erdoğan analizleri” patlatıldı. Başbakan bayrak, tek vatan deyince “İşte gerçek yüzleri bunların” ifşaları yapıldı heyecanla. Ne oldu? Milliyetçi dedikleri Başbakan 30 yıllık savaşı bitirdi. Öcalan’la siyasi müzakereye başladı. Andımız’ı kaldırdı. Kürtçe’nin önünü açtı. Tekrar, 5 yıl önce konferansını düzenleyenlerin taşlandığı 1915 için taziye yayınladı. Peki onlar ne yapıyor? O milliyetçilik karşıtı imzaları attıkları, bildirileri dağıttıkları İstiklal’in ortasında kendisine oy isteyen Irkçı Türk Solu dergisini havaya kaldıran cumhurbaşkanı adayı için 7 TİP’liyi, DİSK başkanını öldürmüş katilin cenazesine katılan MHP lideriyle aynı çatının altına sığdılar. Çözüm isteyen Kürtlere küstüler, Öcalan’ı neredeyse hain ilan edecekler, Kandil onları barışa ikna etmeye çalışıyor.
Teoriye sığındılar. AKP’ye, “Otantik yerli burjuvazi işte" dediler. Koç Holding’in, Cem Boyner’in kucağında uyandılar. Gezi Ayaklanması için “Yeni orta sınıfın kapkaççı kapitalizme isyanı, haysiyet ayaklanması” sözlerinde bile kibirli bir Beyaz Türk bakışı, AKP’lilerin yeni orta sınıfa layık görmeyen bir aşağılama vardı. Sonunda ne oldu? TÜSİAD’la DİSK birleşip, Birikim Dergisi’ni de resmî yayın organları yapsa kimse kimseyi ayıplamaz…
Ve tabii hiçbir tez tutmayınca son olarak “diktatör, tek parti rejimi, çoğunlukçu diktatörlük, sandık fetişizmi, Milli İradeci faşizm” geldi. 60 yıldır umurlarında olmayan askerî ve sivil vesayete karşı Meclis’i, sandığı savunmak milli iradecilik. Her türlü propagandanın serbest olduğu 8 seçimi neredeyse her iki kişiden birinin oyunu alıp kazanmak çoğunlukçu diktatörlük. Anayasa için çoğunluğundan feragat edip eşit sayıda masaya oturmuş darbecileri yargılamış, Kürt meselesini çözmeye çalışan iktidar, Başbakan’ın üslubu, alkol yasağı, Taksim’e kışla derken Türkiye iki yıldır diktatörlüğe doğru gidiyordu.
O diktatörün 24 saat evi, ofisi, telefonlarının dinlendiği, torunlarının bebek telsiz kayıtları dışında bütün ailesinin çevresinin konuşmaları dinlenip internete sızdırıldı, koruma polislerinin bile emri başka bir adamdan aldığı ortaya çıktı. En gizli toplantılarının dinlenip deşifre edildiği, en istihbari operasyonlarının durdurulup, istihbaratçılarının dövüldüğü dünyanın en komik diktatörlük rejimiydi bu. İstanbul’un orta yerini 15 gün işgal eden direnişçilerle defalarca görüşüp onları ikna etmeye çalışan diktatör, en son “çocuğum ne bu hal zararlı bu dövmeler” diye nasihat ettiği bir ergenden “ama bu benim tercihim” cevabı aldı.
Dünyanın en büyük çuvallama hikayesi bu. Sosyoloji, siyaset bilimi, istatistik hiç bu kadar rezil kepaze edilmemişti. Marksizm, liberalizm, demokrasi teorileri, bu kadar kötü ellerde zavallı hallere sokulmamıştı. Birinci cumhuriyetin gül bahçelerinde yetişmiş, laik ve CHP’li ailelerin nadide çiçekleri olan bir gazeteci, akademisyen, entelektüel kuşağı, Türkiye’yi çok uzun zamandır ama net olarak 12 yıldır ıskalıyor. Öyle ıskalıyorlar ki en yakın atışları Kızıldeniz’e düşüyor. Birikimleri, okudukları, izm’lerin, kültürel sınıflarının, fabrika ayarlarının, hayat tarzı ideolojilerinin, İslamofobilerinin enkazı altında kıvranıyor, yazık oluyor.
Hakikatle, fabrika ayarlarıyla yüzleşmedikçe de yanılıyor, yanıldıkça ve yenildikçe hırslanıyorlar, öfkeleniyorlar, kabalaşıyorlar. Kemalist “Eğitim şart”a, “önce zihniyetler değişmeli” kadar yakın bir mesafedeler. Suriyeli mültecilerle ilgili ise her an bir Le Pen çıkabilir içlerinden. Liboşlar kültünü, “parayla satılmış”, “yalakalar”, “yandaşlar” diliyle çoktan geçtiler. Kendilerini öfkeli cemaatin kollarına bırakanlardan Mısırlı darbecileri anlayanlar, parti kapatmayı savunanlar bile çıktı. Laik aydınların epey demode kötü kopyalarına dönüşen cemaat medyası yakında 60 kupona “Halkımızın yüzde 60’ı aptal” diyen Aziz Nesin’in kitaplarını verirse kimse şaşırmamalı.
Yaşlandıkça cumhuriyetçi babalarına ve annelerine benziyor. Analizleri boşa çıktıkça, entelektüel düzeyleri Ege’de bir yazlıktaki emekli sohbetine doğru yuvarlanıyor. Samsun’a çıktığı için Kemalist ilan ettikleri Erdoğan Kemalizmin antlarını, törenlerini kaldırıp, katliamları için özür dilerken, resmî ideolojinin altını boşaltırken onlar hızla kendilerini “bu işler öyle demokrasiyle, sandıkla falan olmuyor” aklına, “halk hırsıza arka çıkarsa ne yapacaksın”lara yani Kemalizmin şefkatli kollarına bırakıyorlar.
Bir aydın sınıfı gözümüzün önünde ölüyor. Bir entelektüel sınıf kendi kendini tasfiye ediyor.
(Türkiye'den)