Son günlerde ‘Beyaz Türkler’in gönlü, tuhaf bir şekilde PKK’ya ve Kandil’e meyletti. Belki şöyle söylemek lazım, düne kadar Laik Türkiye’nin muhafızı olan bazı kalemler, terör örgütünden teveccühle söz etmeye başladılar.

Mütareke basını ruhu ile hareket eden bazı gazeteciler, sık sık Türkiye’nin şu anda yürüttüğü terörle mücadele yöntemleriyle, 1990’lardaki karanlık dönem arasında benzerlikler kurmaya özel bir gayret sarfediyorlar.

Şemdinli’yi, Arap halkının meşru ayaklanmalarının bir parçası gibi gösterme cüretkarlığına kapılan PKK’ya, kalemleriyle, tavırlarıyla lojistik destek veren ve olaylara 1990’ların ilkel arkaik çerçevesi içinden bakan Beyaz Türkler, maalesef yeni hukuksal değişimlerle Türkiye’nin nereden nereye geldiğini, Kürt vatandaşlarımızın eskinin yanlışlarından kurtulmuş bir ortama kavuşmasını ve bu durumun dünya tarafından nasıl algılandığını doğru okuyamıyor.

“Böyle devam ederse 90’lı yıllara dönülür” tezini adeta bir sopa gibi kullanarak korku üretmeye çalışanların, ‘Kandil sempatizanlığı’ndan öte, AK Parti iktidarına dönük daha operasyonel hedeflerle hareket ettikleri kanaatindeyim.

***

 

PKK ile empati kuran 90’lar kavramsallaştırmasının, kesinlikle PKK’yı mazur gören bir yaklaşım olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Mesela, PKK’nın Şemdinli saldırılarından bir ‘Arap baharı’ çıkarmayı, PKK’dan çok Beyaz Türkler istedi.

Doğrusu, bazı yazarların özellikle Şemdinli bağlamında yazdıklarını okurken, bizzat Kandil’e katılıp doğrudan hizmet vermek yerine, neden hala köşe yazısı yazmakla zamanlarını boşa harcadıklarını çok merak ediyorum.

Bu ifadeleri, kesinlikle bir suçlama amacıyla kullanmıyorum. Elbette, Kürt sorunu ve terör konusunda farklı analizler ve değerlendirmeler olacaktır. Mesela, Cengiz Çandar ve Ali Bayramoğlu’nun Kürt sorunu ile ilgili değerlendirmelerini, Kandil’e gönül veren ‘Beyaz Türklerle’ aynı paralelde değerlendiremeyiz.

Ancak, merkez medyadaki bazı yazarların yazılarını okurken, sanki Şemdinli’de bir terör saldırısı değil, hak ve özgürlükleri için ayağa kalkan kitlelerin isyan hikayesini okuyor gibi olursunuz.

Mesela bunlardan birisi, Şemdinli’ye ‘Arap Baharı’ gelmediği için üzgün ama biraz da kızgın...

Şemdinli halkı için diyor ki: Hep mustarip idiler. Hep ayaklanmaya hazır idiler.

Ancak...

Bu iki faktörle “bahar”ın gelmesinin imkânı yoktu.

Çünkü “çiçeğin açması” için gereken “üçüncü faktör”, devrede değil.

İşte bakın:

- Uluslararası toplum “Şemdinli... Şemdinli...” diye inlemiyor.

- Batılı ajanslar “Şemdinli”yi görünür kılmak için gayret göstermiyor.

- Batılı güçler Suriye’nin binde biri kadar bile “Şemdinli” demiyor.

Yani yazarımız, Batılıların Şemdinli’ye haksızlık ettiğini düşünüyor.

Bazı kalemlerin, bir şuursuzluk hali içinde ‘Kandil sayıklamaları’nı bir tarafa bıraksak bile, hatırı sayılır sayıdaki Beyaz Türk’ün Kandil aşkının çok derin kökleri bulunduğunu görürüz.

Bir kere açıkça belirtelim, cunta işlerinde, Ergenekon’da, askeri ve yargısal vesayette bütün partileri kaybeden AK Parti düşmanlarının elinde, PKK dışında bir argümanları kalmadı.

Dolayısıyla, bu ‘son kaleyi’ kaybetmemek için, terörün döktüğü kanda ‘bahar’, 90’ların karanlık ruhundan ‘korku’ üretmeye devam edeceklerdir.

(Star gazetesinden alınmıştır)